10 Aralık 2009 Perşembe

Ne var?




Yazı yazmak garip şey... Bir müddet sonra iflah olmaz bir bağımlılık yapıyor, sigara gibi hem de, tam anlık öyle bir geliyor ki, o anda yazmazsanız yapacak bir şey bulamıyorsunuz...
Ne yapsanız, yazmanın yerini tutmuyor...
Yazmadan gülemiyor, tam olarak eğlenemiyor, belki ağlayamıyorsunuz bile...
Aynı şiir gibi...
Seviyorum bu özelliğimi, tamam, ultra tecrübeli bir yazar falan değilim, ama "Furkan Tekümit"in üstüne "yazabiliyor" sıfatını eklediğim için en azından, seviniyorum...

Azap, aşk ve dürtü

Ayşe Arman'a göre, aşk eşittir seks.. Hıncal Uluç'a göre, aşk eşittir romantizm.. Bunu zaten köşe atışmalarında yeterince okuduk.. Ben de son zamanlarında Şeyma'nın bana çok eskiden bahsettiği o "aşk, azaptır" fikrine inanmaya başlıyorum..
Çünkü aşkın yaşanabilecek bir şey olduğuna inanmıyorum, yaşanacaksa da tek taraflı olan "şey"in aşk olduğuna inanıyorum.. Yani bir bakıma aşk, platonik sevgidir..
Aşk pratikte yoktur yani, nerden geldiği belli olmayan saçma sapan bir şeydir aşk..
Bu yüzden aşk söz konusu olduğunda "bense gözlerimi kapattığımda, sen karanlıkta kalıyorsun" demeli insan...
"Sense gözlerini kapattığında, ben, karanlıkta kalıyorum", eski doğuya, acizlere mahsus kalmalı..
Mazoşist gibi onu gördükçe acı çekmek istiyorsan, işte, o aşktır..

3 Aralık 2009 Perşembe

Necasedden taharet



Gelin biz de bu fotoğrafı çoğaltalım, katoliklere savaş falan açalım.. Gerçek savaş değil tabii canım, bildiğiniz, "psikolojik savaş" gibi bi şey işte..
Katolik dediysek de 3-5 serseri değil, tüm camiaya.. Öyle İsviçre'yle de sınırlı kalmasın.. Sarkozy de destek çıkmış "minare yasası"na.. Hem "ezan provokasyondur" dediklerinde de ayaklanmamış mıydık yahu?.. İyi işte.. Ayaklanmaya devam edelim.. Tüm evlere dağıtalım bu fotoğrafı, hem Sarkozy'inin karısına hem de bu güzelim "kilise cariyesi"ne bakarak masturbasyon yapalım..
Şerefsiz gavurlara "iman gücü"nü gösterelim.. Biz de Kadıköy'de, Patriklerde çan çalınmasını yasaklıyalım.. Bir oda nelerine yetmiyor hem, nedir o büyük ahşamlı kiliseler falan?..
Ayıp...
Bunlar öneri tabii.. Yapan, yapar..
Benim ne yapacağımı soruyorsanız.. Ben olsam, bu yasaya karşılık her ilimde bir kilise açtırırdım..
Minare yasağına karşılık, her Pazar kiliselerde çalınan davet çanını iki katına çıkartırdım.. 5 kritik noktada, 200 metre arayla kilise-cami diktirirdim..
Çünkü ben, Müslümanım..
Benim dinim yasaklamayı yasak ediyor.. Serbestlikte ve özgürlükte, özellikle mevzu inanç olunca sınır tanımıyor..
Bırakın onlar, istedikleri yasayı çıkartsın..
Hiçbir saldırı karakteri değiştirmeye sebep olamaz.

"Leküm diynüküm veliye diyn."



1 Aralık 2009 Salı

Kadın, kime özel?




Dincilere göre kadın, erkeğine has bir varlıktır. Ömrü boyunca yalnızca erkeğiyle yatabilir, yalnız onunla yiyişebilir ve hatta yalnız onun elini tutabilir.
Daha önce "hayatında biri olmuş" diye geri çekilen evlenme tekliflerine her halde herkes şahit olmuştur..
Bu düşünceyi de eleştirmeyeceğim, eleştiremem, haddim değil.. Benim "kadınım" diye bakabilirim sadece olaya..
Ama..
Öyle zannediyorum, daha önce hayatında birisi olmuş mu, olmamış mı, araştırmam.. Güveniyorsam araştırmam..
Yada seviyorsam.. Bu yüzden az önce yaptığım gibi, kimsenin de büyük konuşmamasını önerebilirim sadece..
Çünkü öyle bir bağlanırsınız ki.. Bırakamazsınız, unutamazsınız..
İşte o zaman büyük konuşun, o zaman vajinasındaki perdeyi yada geçmişteki sevişmeleri sorgulayın..


27 Kasım 2009 Cuma

İyi bayramlar efendim

hadi hepimiz birgün tüm siyasi ve "dersi" gelişmeleri, yapılacakları, konuşulacakları bir yana bırakalım ve la fontaine dinlerken herkesin bayramını kutlayıp sevgi sıçalım etrafa.
sıçalım mı dedim?
çok özür dilerim...
hepinizin bayramı kutluyorum!
öpüldünüz...

26 Kasım 2009 Perşembe

Oha eşşeğe denir

Türk kim, kim Türk?

Türk ırkı diye bir şey yoktur, Türkler, beyaz ırka mensup bir millettir. Tıpkı Yahudilerin sami, Afrikalıların siyah ırkına mensup birer millet olması gibi.
Hitler, beyaz ırkın üstünlüğü savunmuş bir Alman faşistidir. Yahudilerden nefret etmesinin sebebi, Yahudilerin beyaz ırktan olmamasıdır. Kesin bir bilgim yok, ancak, bildiğim kadarıyla Kürtler de sami ırkına mensupturlar.
Yani, bir bakıma Yahudilerle kardeştirler, Türklerle değil.
Peki...
Aile ve sokak kültürleri, yaşayışları, yeme-içmeleri kime benzemektedir?
Irkdaşlarına mı?

Fazla da uzatmak da istemiyorum. IQ seviyenizin yüksek olduğunu düşünüp, kavim, millet ve ırk gibi ayrımsal kavramların boş olduğunu anlamanızı bekliyorum.

Yendik de ne oldu?

Beşiktaş M.Und'ın çapulcu yedeklerini yendi ya... Aman aman, destan yazdılar efendim...
İngiltere sise büründü...
Gözleri karardı Sir Alex'in...
1. olmayı garantiler, doğru, ama siktir edin canım, yendik işte koskoca Manchester'ı...
Sevgili Beşiktaşlılar, biz de aynı sevinci, yine aynı türde bir çapulcu takımıyla oynayarak yaşadık...
Üstelik biz 1 değil, 3 attık... Rooney ve C. Ronaldo vardı, şu anda biri dünyanın en pahalı futbolcusu, diğeri en iyi forvetlerinden...
Gereksiz, çocukça bir sevinç yaşadık biz de...
Ve yine "koskoca" Manchester'ın 40 yıllık yenilmezliğine son verdik, en iyi dönemlerinde, as kadrolarını devirdik...
Sonuç?
Biz neredeyiz, onlar nerede...
Biz her sene şampiyonlar ligi'ne 2 takım sokabiliyoruz, o da ön elemeleri geçersek...
Onlar...
Her sene yarı finale 3 takım taşıyorlar...
Üstelik kendi liglerinde orta sıralarda sürünen takımlar oluyor bunlar, Liverpool gibi...
Tamam, kabul, yendiniz, en içten dileklerimle de tebrik ediyorum tabii ki. Ama bunu büyütmeyin, yok destanmış, onları bozmuşsunuz, falan filan...
Hala bizimle dalga geçtiklerini göremiyor musunuz?



13 Kasım 2009 Cuma

Sanki "hamiş" kısansı... #3

Hele şükür açıkladılar şu "açılım"ı... Sürecin nasıl işleyeceğini, neler yapılacağını bilmiyormuş gibi yapan faşistler, artık ya susar, yada çapraz silah bayrağını koyar masaya.
Ama, şimdi Baykal'ı dinledim de, "tabii ki bunlar yapılacak ama, siz yapmayın" ancak bu kadar açık diyebilirdi...
İşsizlik sorununu, GAP'ı filan bitirin diyor adam... Sonra oraya da geliriz canım, sorun mu?.
Dediği tek mantıklı şey: "bir devlette iki "millet"in barınamayacağı, tek bir millet için çeşitli "etnik" grupların olabileceği" demesi. "Etnik unsurlarca devlet ve millet ayrımı bir 19 yy. projesiydi, başarıyla sonuçlandı. Şimdi bu oyunlara gelmeyelim."
En azından Türkeş gibi bir mozaiği reddetme şansı yoktur kimsenin. Herkes Kürt, Çerkez, Laz, Ermeni, Arnavut, Yahudi etnik ve kültürlerini tanıyacaktır.
Daha sonra, yaşayan her kültüre dil, din ve mezhep özgürlüğü tanınacaktır. Üniversiteler istediği gibi Kürtçe bölümü koyacaktır. (hiçbir işe yaramaz, ama açmak isteyene hayır denemez.)
Aleviler tanıtılacaktır halka, Ali'yi peygamber hatta Allah görüyorlar cinsinden gaflet ve cehalet dolu düşüncelerden uzaklaşacaktır insanlar.
Samimi hiçbir Kürt, zayıf, karaktersiz ve mandater bir Kürdistan istemiyor hem. Çoğu PKK'lı, kendi dilini konuşmak, Kürt'üm diyebilmek istiyor.
Geri dönenleri de gördük, gördünüz zaten...

Yazımı bitirirken de Baykal'dan duyunca sırıttığım şu cümleyi yazmak istiyorum:
"Efendim, tabii ki şu anda Kürt'üm diyen insan mutludur, ne de mutlu ona..."

12 Kasım 2009 Perşembe

İslam ve Sosyalizm

. Eraeytellezî yukezzibu bid-dîn.

1.Dini yalanlayanı gördün mü?

2. Fezâlikellezî yedu’ul yetîm.

2.İşte o yetimi itip kalkar

3. Velâ yehuddu alâ taâmil miskîn.

3.Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.

4. Feveylun lil-musallin.

4-5.Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar

5. Ellezînehum. An-salâtihim sahûn.

6. Ellezînehum yurâûne

6.Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar

7. ve yemneûnel mâûn.

7.Ufacık bir yardıma bile engel olurlar



haydin felaka.

1 Kasım 2009 Pazar

Veda Gazetesi #1

Hoşgeldiniz...

En öncelikle, hoşgeldiniz...
Çok da bi' reklam yapmadığımız için, elinizde tuttuğunuz "şey"in ne olduğu konusunda bilginiz yoktur...
Elinizde tuttuğunuz gazete, Asfa Eğitim Kurumları'nın ilk "özel" gazetesidir... Kadrosu, tamamen 12. sınıf öğrencilerinden oluşmaktadır ve aklımıza gelen her türlü içerikle doldurulmuştur...
Güncel, siyaset, felsefe, moda, spor, araba, şiir, kitap...
Her şey diyemesemde, eh, elimizden geldiği kadar kadromuzu tamamladık diyebilirim...
Gazetenin adının Veda olmasının sebebi de, belirttiğim gibi, yazarların tamamının bu sene Asfa'nın vereceği mezunlardan oluşması...
Bu "mukaddime"ye son verirken de, öncelikle bize sonsuz desteğini veren okulumuz hocalarından (öğretmen mi? hadi ama...) Zafer Topak'a, ve çok değerli, bize güvenerek gazeteye onayını veren müdürümüz Zeki Uysal'a teşekkürü borç bilirim...

Empati...

Yalnızca...
Hani sabah yarı uykulu halde gözlerinizi açtığınızda... "Günaydın" dediğinizde yada "saat kaç?" diye sorduğunuzda...
Tam o anda...
Babanızın iflah olmaz bir PKK'lı olduğunu hayal edin...
Sizi evlat edinmiş ve evlenmeyi haram bilmiş bir rahibenin oğlu olduğunuzu düşünün...
İsrail, Fransa, Amerika topraklarına, dedenizin tüm hücreleri yakılıp sabun yapıldığı için göç etmek zorunda kaldığınız Almanya'dan bir Yahudi olduğunuzu düşünün...
Yada 3 yaşında, kafanızda kırmızı-yeşil-sarı bir atkıyla mitingden mitinge koşturulduğunuzu...
Nesiniz siz?..
İyi mi, kötü mü?..
Suçunuz nedir?..
Niçin insanlar size lanetli, hain yada gavur diyor?..
Bu hakaretleri hak etmek için, siz, sahiden de ne yaptınız?..
Suçunuz nedir?..

Siz, kimsiniz?

Domuz Gribi Aşısı meselesi...

Aman derim, bekletmeden olun aşınızı. Dışarıdan proveke dolduruşlara gelmeyin. Çünkü bu millet, paranoyak tavrını her girişimde gerçekleştirir.
Zamanında da gelen kızamık ve felç aşılarından çocuklarını fellik fellik kaçırdı bunlar...
Neymiş, Amerika çocuğumuzu kısır yapacakmış...
Altlarına etseler "Amerika'nın oyunu!" diye zırlayacaklar... Hem, bu kadar korkuyorsanız şayet Amerika'dan, pragmatist bir paranoya yapın ve şöyle deyin: "Amerika, bizim domuz gribi olmamız için aşıyla ilgili bu yalanları attı ortaya. Ama ben gaflete düşüp oyuna gelmeyeceğim, ve olacağım aşımı!"
Şimdiden geçmiş olsun!..


Eleştirmek, küfretmek değildir...

"Mustafa" belgeselini hatırlarsınız, hani şu, Can Dündar'ın bile Atatürk düşmanı ilan edildiği taze belgeselimiz canım!
Neymiş, Atatürk, filmde sigara ve alkol tüketirken gösteriliyor, gerçek boyu, ve hatta karanlıktan korktuğu filan söyleniyormuş...
Bakın...
Atatürk'ün karanlıktan korktuğunu yada annesinden nefret ettiğini söylemek, Atatürk'e düşmanlık beslemek anlamına gelmez...
İzlediği politikaları, söylediği sözleri, karakterini ve liderliğini eleştirmek, "şöyle şöyle olsa, daha iyi olurdu" demek, eleştirmektir, küfretmek değildir...
Kaldı ki bahsi geçen kişi, kendini dışarıdan görebilmek ve eleştirilmek için, "2. bir partiye ihtiyacımız var" diyebilen biriyse...


Bunları biliyor muydunuz?

1) İstanbul'u fethettiğimizde, hani şu kaynar yağlara göğüs girerek surların tepesine çıkan bir Ulubatlı Hasan vardır...
Aslında, onun üstüne kaynar yağ dökülmemiştir...
Çünkü aslında, Ulubatlı Hasan diye bir adam yoktur!

2)

a. Kudüs'ü fetheden büyük Türk komutanı Selahattin Eyyübi, aslen bir Kürt'tür.

b. Türkçü düşüncesinin babası Ziya Gökalp de, (Türkçülüğün Esasları I-II eserlerinin sahibidir.) aslen bir Diyarbakır'lı ve Kürttür.

c. Ankara Terörle Mücadele binasında, Diyarbakır Cezaevinden esinlenerek yazıldığı söylenen ve manen işkencenin haddine tekabül eden şu yazı: "Burada Allah yoktur, peygamberse izne çıkmıştır."

d. Bölücübaşı Abdullah Öcalan, Kürtçe bilmemektedir.

3) Kürt Açılımının ve Kürtçe konuşulmasının terör örgütlerine taviz verilmesiyle hiçbir alakası yoktur. Bu ülkede Türkler, Lazlar, Çerkezler kadar, Kürtler bir gerçektir, Kürtler de mozaiğimizin bir parçasıdır ve bu gerçek, en az ilk iki maddemiz kadar apaçıktır.








15 Ekim 2009 Perşembe

Veda Gazetesi

Bu seneki okul gazetemizin adını böyle belirledik, ben istedim, itiraz gelmedi, beğenildi. "Tam özel" ilk Asfa gazetesi olmasına karşın, adı, Veda...
Çünkü gazetede yalnızca mezun olacak öğrenciler yazacak. Deşarj olmak için de artık tv-ps3 yok, yazmak var.
Genel şablon olarak yazarlarımız ve görev dağılımı ise şöyle:

___________________________________________________
Editör: Zafer Topak

Furkan Tekümit
Konu: Siyaset, güncel ve felsefi

Meryem Güngör, Zeyneb Mert
Konu: Tarih

Feyzanur Ak
Konu: Kitap eleştirisi. Her yayında ayrı bir kitap ele alınacak.

Adnan Akyol-Seyit Güner
Konu: Spor... Yoğunlukla Avrupa'dan futbol, NBA, tenis olacak.

Oğuzhan Ertan
Konu: Edebiyat... Apayrı bir sayfada şiirlerini yazacak.

Elif Sinmez
Konu: Moda

Anıl Kandemir
Konu: Klasik, yeni, spor ve daimi her türlü arabalar...
_______________________________________________________

Görüldüğü gibi, gazetede her türlü bölümümüz mevcut. Gelen talep doğrultusunda da konu çeşitleri artacak elbet.
Fıkra bölümü, itiraflar, röportaj... Bizim işimiz, sadece yazmak!
Dediğim gibi, her türlü editörlüğü Zefer Topak hocamız üstlendi...
Hayırlısı bakalım!..
Unutmadan, ilk basım ayın 30'unda...


7 Ekim 2009 Çarşamba

Sanki "hamiş" kısansı... #2

Aydın Doğan "saygın" bir iş adamı mı?

Hayır...
İnanın değil...
Arkasına dayandığı bir güç olmayınca devrilen adamın saygınlığı, dayandığı duvardan ibarettir, o kadar. Aydın Doğan, bugünlere "bileğinin gücüyle" falan gelmiş bir insan değildir. Aydın Doğan, Koç'un "besleyelim" dediği ve ancak böyle büyüyen, burjuvalaşan bir insandır.
Perşembe pazarında mal satan, yedek bisikletçi, lastikçi-mistekçi filandır "Aydın Doğan"...
Ama Türkiye Yahudileriyle az buçuk muhabbeti sonrasında, anti-semitizmi benimsemediği, beğenmediği için Koç'un ilgisini çeken, ve böylece burjuvazi yatağına kendini atabilmiş biridir.
Aydın doğan, en fazla Koç ailesinin "manevi evladı" olarak burjuvadır, kendisi bir hiçtir çünkü Koç, onu yoktan var etmiştir...
Hırs... Çalışma azmi... Faşizan karşıtlığı... Yahudi sempatizanlığı...
Elbette güzel...
Ama bunları piyasada yapan milyonlarca adam var...
Aydın Doğan, yalnızca şanslı bir Gümüşhane'lidir, o kadar.
Bitti...
(1-Gümüşhaneli olmasının benim için ayrı bir önemi var.)
(2-Yahudi düşmanlığına kapılmamasının sebebi, masonilerin şakşakçısı olmasıdır.)
(3-Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez.)
(4-Bu kadar parantez içi yeter.)
(5-Bokunu çıkarttık.)

Güzel Kadın...

Herkesin bir "tipi" vardır, kabul...
Ama bana sorarsanız, çok açık olmayacak biçimde beyaz ten ve siyah saç...
Ah...
Bir de duygusal olarak ulaşılması zorsa...
Zorlar erkeği, inanın.

Tam 8 kere!...

Heralde 3 hafta olmuştu...
Bayadır yapmıyordum, özlüyor tabii insan...
Bir de uzun süre geçince aradan, hırs da birikiyor...
"Öss var, ne ara yapacağım?" diyordum...
Olmaz bu böyle... Her erkeğin gereksinimi...
Yaşı büyüyen her erkeğin tabii...
Kadınlarda da var bu istek, ama bizde ki kadar çokça değil... İçlerinde var onların bu dürtü, ben biliyorum, ama dışarı belli etmiyorlar...
Çünkü istiyorum derlerse, bir sürü erkek birikir çevrelerinde...
"Benimle, benimle! Bir kez daha, 10dk.'lık!" diye...
Neyse...
Kahve Çekirdeği'nden Can'la buluştuk, bu arayı değerlendirelim ve yapalım şu işi artık dedik!
O mu "koyacak", ben mi...
Her neyse ve neyse...
Ben koydum! Videosunu bile çektim!
Tam 8 kere... Hem de sadece 20dk.'da!
Ha, bu arada... Bahsettiğim şey, PlayStation3...
Başka bişey düşünmediniz heralde? (içiniz kötü. vallahi kötü.)
Eh, karizmayı da çizdikten son Can'cım, diyecek tek bir söz kalıyor...

Geçmiş olsun!...

Turkcell Süper Lig...

Sene başından beri tek bir maçı oturup izlemişliğim yok, sadece Galatasaray-Kayserispor maçını, Kalamış'ta bir 15-20dk izledim...
Ama lig, benim için iyi gidiyor... Çünkü Fenerbahçe iyi gidiyor... Ama şu an gündem o değil...
Hayır, Ankaraspor de değil...
Bursaspor-Diyarbakırspor maçında ki rezalet...
Ankarapor değil, Bursaspor düşürülmeli bu ligden...
Ben böyle faşizanlık, ırkçılık, düşüncesizlik... Böyle orospu çocukluğu görmedim ben...
Yazıklar olsun...
Bu sene de Diyarbakırspor forması almazsam adam değilim anasını satıyım!

2 Ekim 2009 Cuma

Sanki "hamiş" kısansı

Oğuzhan, çok güzel şiir yazıyor.. İnanılmaz bir yetenek denecek kadar "olgun"laşmamış ama, bazı kalıpları öyle şaşırtıyor ve etkiliyor ki, bayılırsınız.. Yeni bir şiir yazdığında, hemen, sabah 'olmuş mu?' heyecanıyla sorması bile gösteriyor ondaki şair heyecanını..
Ama düzeltme yapması üzdü beni, 'şurası şöyle olsa hocam?' diyor, hayır abi diyorum, bırak, elleme, şiir anlıktır...
Gerçekten de öyledir üstadım. Bırak orada öyle, ilk haliyle kalsın. Kötüyse kötü olsun, ama kendi haliyle kötü olsun.
Tamam?

* * *

Yazıya heves ettiğimde, ilk olarak "kitap" yazma girişimim olmuştur.. O zamanki kısıtlı bilgilerim ve düşüncelerimle, aklınıza gelebilecek her türlü konuyla ilgili "deneme" ele almıştım, zamanında.
Bir Montaigne yada Meriç çıkmadı tabii, çıkmadı ama bazı yazılarım elle tutulur görüldü. Daha çok din ve aşk üzerine olan yazılarım.
Kitap basılmadı, çünkü kanun sertliğinde öneri, 18 yaş altındakilerin seks ve siyaseti işleyememesi, propagandatif hareketlere katılamaması yönünde..
Şimdi o arşivimi yeniden okudum, tam 45 deneme var. 38'ini attım..
Elimde sadece 7 denemem kaldı.
Neden mi?..
Bazı düşüncelerim değişti, bazıları gevşedi, bazıları kemikleşti.. Bazı yazılarda "bu ben değilim" dedim, bazılarında yanlış genellemeleri gördüm. Komik duruma düşüyor 16 yaşında birinin 40 yaş ciddiyetinde yazılar kaleme alması.
Çünkü bu ben değilim.
Ciddiyeti sadece bazen severim, olgunluğum ise hemen hemen yok.
Ben daha çok..
Çocuk olmayı, haylaz olmayı seviyorum. Kurala karşı çıkan, laf dinletilmeyen, espri-gülmece dolu bir hayatı seviyorum.
Yaramazlık yapmayı, dalga geçmeyi seviyorum.
Hayattan böyle zevk alınacağına inanıyorum, ölene kadar da böyle kalacağım, diyorum.
"Şiir, siyaset, felsefe, din, aşk, seks...
Nasıl bir çocukla tartışılır?"
Hah!.. İşte ben böyle bir çocuğum..
Özgün tarafım bu, aynaya bakınca dil çıkartan bir deliyim ben.
Bu yüzden yazılar komik geldi, çok ciddi, çok sıkıcı yanları var..
İğrenç..
Attım hepsini, ne onlar beni hak ediyor, ne de ben onları..

* * *

Ama dersane başlayacak şimdi. İyi bakın kendinize ve kuçunuza.

mutlu kal Türkiye.

1 Ekim 2009 Perşembe

To be sığır

Sonbahar geldi ya... Başladı benim burun, tıkanıyor, beni fıtık ediyor... Gerçi kurtarıcım, ve bağımlı olduğuma köküne kadar inandığım Otrivine...
Kurtarıyor beni...
İyi ki varsın Otrivine... (böyle yunanlı aksanıyla değil, hani, 'ötriviin' yada 'ötrivayn' gibi saçmalamayın da, 'otrıvin' deyin. doğrusu bu.)

* * *

Oh!.
Nasıl deşarj olacağımı buldum.. Geçen sene çıkardığımız, okul "dergisi" olan 'Azade', bu sene artık okul "Gazetesi" oluyor...
15 günde bir çıkaracağız... Güncel, siyasal, felsefi, spor...
Her türlü haberin, düşüncenin, yazının sansürsüz yazılacağı, okunacağı bir gazetemiz olacak...
Halt dediğimiz zaman disiplin korkusu olmayacak yani, "dostluk" kavramı "polen"lerde saklansada o öyle kalacak...
Kabul edilecek... Normlar üstünde tutulacak...
Zafer Toprak ve Zeki Uysal'dan (türkçe hocamız ve müdürümüz,) gelen bu teklife büyük bir heyecanla 'evet!' dedim...
Evet, çıkaralım böyle bir gazate... Bizim okulumuza uygun, harika olur... Beğenilir, tartışılır, konuşulur...
Belki gazetenin çıkacağı gün heyecanla beklenir...
Ama... Tabi ki bu projeye geçen sene olduğu kadar vakit ayıramayacağımı, yalnızca yazı yazıp verebileceğimi ve gazetede "ismen" bulunabileceğimi de belirttim...
(inmez o göt. bak, sansürsüz.)
Malum, öss tabii...
Ben güncel/siyasal kısımla ilgileneceğim büyük ihtimal... Şairimiz de var, Oğuzhan...
Spor yazarı olarak objektif bir isim bulmak zor tabii... Ama bakacağız...
Anıl, arabalar hakkında yazabilir...
Reşit dini yazar, Zeynep felsefi yazar, Elif öss yazar, Meryem denizcilik yazar...
Belki...
Düşüneceğiz artık bunları da, hayırlısı artık..

Anne ben dejenere oldum

Ahmet Hakan'ı şu nakşibendicilerin yanında savunmaktan bıktım yahu.. Anladık, adam size göre "şerefsiz" ve hatta "dönek" ve hatta "dinden falan bile çıkmış" olabilir...
Ama...
Yapmayın bu kadar yahu... Yazıktır...
Haşemayı "gereksiz" bulmak, "denizde yüzmenin bir üsulu vardır, o da mayo yada bikinidir" demek dinden çıkarmaz...
Yada imam hatiplerde eğitim-öğretim hayatı zayıftır, ölmüştür demek de küfre sokmaz...
Bunlar bireysel düşüncelerdir, Allah tanıyorken bu özgürlüğü, size ne oluyor?
Üstelik siz de olsanız... 40 yaşında bile...
İsmailağalardan, Coşkunlardan, Nurlardan çıkıp laik-anti islamcılarla aynı kazanda yazsanız...
Az da olsa o havayı solusanız...
Dejenere olursunuz... Söylemek istemem tabii ama, E.Ardıç bile, Sabah'a ilk geldiği günlerde "Muhammed de böyle yapardı" derken, şimdi "peygamber efendimiz" diyor..
Çünkü artık Karamemet'te değil, Sabah'ta...
Okunduğu çevreye göre yazmak, dejenere "olmuş gibi" gözükmek zorunda...
Çaktınız mı köfteyi?..


mutlu kal Türkiye.

25 Eylül 2009 Cuma

Hazırlasana salaşı abi

Okullar açıldı ya hani, ne diyelim, hayırlısı olsun tabi de.. Sanki..
Bu sene daha bi güzel.. Öğretmenler, öğrenciler, sıralar filan bile daha güzel sanki..
Alıştım ya hani, 'ana yurdum' olan Asfa'ya, tekrar.. Bir de kardeşlerim de eklendi, sağolsunlar, 2 tenefüs bir yakamdalar: 'Abi, para!' diye.. Hal hatır sorma, el öpmeye gelme... Yok öyle bi dünya...
Konular da daha eğlenceli..
Sınıf ortamı, ferah; arındırılmış, yalnızca 11 kişi... Herkes farklı bir ses...
Öğretmenler, eski okulumdan sonra altın burada!..
Güvenliğe 'sıkı tut serkan!' demeyeli baya oldu sanki... Derste 'hayır!' demeyeli, sınıfa 'selamun aleyküm!' diye girmeyeli...
Bayaa (bayağı mı? iyi.) olmuş gibi...
Hayırlı olsun yeni sezon da efendim!..

Mümkün olsa üzerine alıcı takılacak 2 şey...

Kumanda... Evet! Bir şey her arandığında mı kaybolur, 'şurdaydı işte oğlum!' dediğin her sefer mi gözden uzak kalır...

Cüzdan... İntihar sebebi.. Artık buraya koyucam söz, desen de yoktur orada... Çünkü henüz akşamdan giydiğin pantolonun arka cebindedir... Orada da yoksa, üzgünüm, servis çoktan gelmiştir...


Tebessüm ettiren şarkı sözleri...

Tebessüm dediysem, bildiğiniz sırıtma işte... Yoksa, 'aksın bacaklarından oluk oluk milyonlarca doğmayacak çocuklarım' sözü, ne kadar tebessüm ettirebilir size?
ihi.
bak, 'güldüm' yine..

Kısa notlar...


Uyuma sakın, dokunmam bile başına...

Doğan Grubuna ceza kestiler, malum... Kesilen de ceza değil, eşi benzeri görülmemiş bir...
Şey...
Kazık!..
Ama anlaşılması gereken şu ki, Tayyip, dürüstçe vurdu.. Kimse kalkıp da, 'bana karşı çıktınız, nah, bu da faturası..' demedi.. (ama parantez içinden bunu diyebilirim, Tayyip'e karşı oyun oynadınız, çirkefliğe vurdunuz işi, nah, bu da cezası!)
Zaten öyle bir itiraz geldi mi de..
'Yoo' diyor Tayyipçiler, 'vergi açığı varmış, yapmasaydınız'... Haklı olarak tabii..
Ama...
Sorulması gereken soru, yahut itiraz edilmesi, üzerinden durulması gereken konu, saçma sapan 'bizi susturmaya çalışıyorlar' değil...
'atv'nin, Star GAZETESİ'nin, Ülke TV'nin, TV Net'in de vergi açıkları niçin bu kadar ayrıntılı incelenmiyor, niçin ceza bu kadar ağır olmuyor'dur...
Doğancılar, ancak bu yolla halkın kanına girer, cezayı baskıyla indirtebilir... (nah indirtir. parantez burası arkadaşım, size ne?)

Ha, bu arada...
Bitim kadar sevmediğim Doğan Holding'i şöyle bırakalım... Bilin bakalım kimi, nerede gördüm?
Laciver'te, Ayşe Arman'ı!..
Şerefsizim ki oğlum...
Bakmayın sokak ağzıma da...
Ah, çok güzeldi kadın... Siyah mini bir elbise, ama dekolta ağır değil... topuklu ayakkabı, bildiğimiz Arman saçları...
Kızı ve arkadaşı da vardı...
Yanına gidemedim ama tabii...
Yemedi....

mutlu kal Türkiye.

20 Eylül 2009 Pazar

Ramazan Bayramı kutlu olsun efendim

Uzatmayalım, ramazan / şeker bayramımız kutlu olsun diyelim.. Hiç reddetmeden de, en realist, katı kimselerin bile yumuşadığı bir aktivite olduğunu da kabul edelim bayramların..

* * *

Twitter saçmalığı..

Sitesine bir kez girdim, bir kaç yazarın sayfasını da ziyaret ettim tabii ama.. Rezalet, başka bir şey değil..
Facebook desen, değil..
Msn'e falan da benzemiyor..
Ne idüğü belirsiz, saçma salak bir dedikodu sitesi yapmışlar, en ağır adamlar bile yavşaklaşabiliyor sitede. (bkz: A.Hakan)
Bu yüzden Hıncal Uluç'a katılıyorum twitter mezvusunda, çoluk çocuk işi yapmışlar.. Nasıl böyle yaygınlaşmış, isim yapmış, gazetelerde filan yer almış.. Anlıyamadım doğrusu..

C.G öpüldü mü, öptürttü mü?

Emniyeti, valiliği filan kutluyorlar ya hani Garipoğlu yakalandı diye.. Komik doğrusu.. Babasını içerde 'rehin' tutmasalar, Cem'in ve çevresinin ipleneceği bile yok.. Adam resmen tüm Türkiye'yle dalga geçti..
Polisi ABD'ye, Rusya'ya, Ermenistan'a ve tüm Türkiye vilayetlerine (ne?) yolladı..
Oysa ki Cem, herkesin dibinde, Bahçeşehir'de yaşamaya devam ediyormuş.. Şaşırtıcı değil, paranın gücü bu..
Bu kadar da basit..

Ne mutlu Kürt'üm diyebilene...

Hani, siz hiç utanmadan, çekinmeden, düşünmeden bir Kürt çocuğuna her sabah yeminler ettiriyordunuz ya..
Dedesini Diyarbakır cezaevinde öldürmenize, aç, susuz bırakmanıza, işkencenin allahını yapmanıza rağmen..
Türk olduğuna, ve hatta ileri, doğru, dürüst, saygılı, sevgili olduğuna dair..
Bu pişkinliği, götlekliği, faşistliği yaptınız ya hani yıllarca..
Şimdi de yüzzüsce..
Namussuzca karşı çıkıyor, dağlara çıkarıyorsunuz ya kendinizi.. Dibine kadar yanında olduğumuz Kürt açılımı için..
Bu kadar karaktersiz, salt sloganla yürüyorsunuz ya hani..
Bu yüzden..
İnadına susmayacak bu ülkenin demokratları, liberalleri, aydınları ve vicdan sahipleri..
Ve sürekli Kürt'ün, Kürtçenin yanında olacaklar...

mutlu kal Türkiye.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Sen ne sandın?

60 yıl sonra öleceğiz anacım, zaten ben de kilo da var, sigara da var, şu sene hariç de hızlı bir hayat.. Belki 50'yi filan bile göremem. Bu yüzden maddi işleri terket, boşver.. gibi sikiriboktan nasihatları artık bırakalım. Tamı tamına maddiyata yönelelim hazır Ramazan mübarek..
Çünkü bedenen ve ruhen de huzurlu olmanın, en çeyrek üç yolu var.. gibi siktiriboktan nasihatları da bırakalım artık. Gereksiz ve uyguluması zor. Herkes için de değişir, insanız biz, sığır değil.
Hoş, şu saatte uyumak da istemiyorum. Belki ben de sığırımdır.
Sen ne sandın?
Gündem de ne var bu arada? Saat tam 07:30, güzel.. Şimdi gelir kapıcı, sabah ve taraf, yeni yeni ve taptaze kokularıyla. Ama belki sel mel olur diye çıkmaz evinden kapıcı. Saçmaladım yine. Evet.
O değilde..
Şu sel rezaleti nedir hakkaten yahu..
Tam orospu çocukluğu, dere yatağına ev mi kurulur.. Hadi türk milleti şuursuz, diyelim, belediye niye izin veriyor ki? Onlar insan değil midir nedir. Tövbe tövbe.
Facebook'ta son izlediğim video'yu ekleyen kimdi? Pattinson gay olduğunu söylüyodu heralde sonunda..
A..
Bu arada..
Furkan Tekümit dersanede 3'te 3 birinci oldu. Dersane genelinde. Türkiye geneli tek derecem 161. olmak.
Umudumuz ilk 100'e kapağı atmak efendim, inşallah.
Yarın da sülale iftarımız var, iki hafta önce biz verdik iftarı evde, yarın da Tarabya yada Bayrampaşa'dayız sanırsam. Yarın dediğim, birazdan uyuyacağım için yarın yani.. 12 saat filan kaldı zaten iftara. Babanemin iftarı da efsanedir ha, demeyin öyle. Seviyorum onu da. Sevgi doluyum yine.
Sen ne sandın?
Yazıyım de arada, başlık at boku gibi kalmasın ortada.
Oy, neyse.. yoruldum ben . yazamıycam daha. ı ıh, olmuyo zaten. çıkmıyo bişey.
shift e basıp büyük harf kuralına uyucak dermanım bile kalmadı benim nur yüzlü okuyucularım.

gündeme oturaklı sosyal mesaj:

hayırlı ramazanlar.
ne mutlu kürtüm diyebilene.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Milliyetçi

Bugün bir kez daha anladım ki, hiç bir milliyetçi, faşist, şovanist insanla karşılıklı oturup konuşmak, birşeyler anlatmak mümkün değil..
Anlamamaları, salt aileden aldığı atkafası bilgilerle sınırlı kalmaları şöyle dursun, karşıdaki kimseyi de çekemiyorlar. Zaten çekebilseler, yada entelektüel olarak sınırlı kalmasalar, milliyetçi olmayacaklar..
Güzelim Özgürlük Heykeli'ni, kim yaptırmış diyor, biliyor musun..
Anlat hele diyorum..
Bana, Osmanlı'nın, yani Türk'ün emriyle yapıldı diyor.. Facebook'ta izlediği o siktiriboktan videonun etkisi..
Okuma? Yok..
Oysa ki bir 19.Yüzyıl ve Büyük Amerika'yı okusa, bilse, özet geçse...
Öğrenecek 1886'da, Fransa'nın Amerika'ya bir hediyesi olan bu heykelin, Osmanlı emriyle değil, Mısır sanatkarları tarafından yapıldığını...
Ancak heykeltraşlık yasak olduğu için orda dikilemeyip, Fransa'ya kaldırıldığını..
O dönem kendi bokunu silmekten aciz Osmanlı'nın, Amerika'ya emir verecek, hediye gönderecek güçte, sorumlulukta olmadığını, olacak kadar siyasette karaktersiz olmadığını...
Ama yooook... Paşam bilsin, onu da tüm liberallerin kabesini de Türk yapsın anasını satayım...
At binip ok atıyorlar diye Kızılderililer de Türk olsun.. Yetmedi.. Dağdaki Türk'ün kart kurt sesinden ötürü bir Kürtleşme meydana gelsin.. Onların dilleri zaten yasak olsun, bir Türk devletinde nasıl serbest olabilsin ki... Saçmalığa bakılsın da hele... Yuh artık... Kürdistan kuracak hükümet ya, mhp dağa çıksın, chp kürtçü becersin...

E doğrusu da bu ya...

23 Ağustos 2009 Pazar

Success

Success is just like being pregnant. Everybody congratulates you, but nobody knows how many times you were fucked.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Veda Hutbesi

Yarın sabah 9:30'da, dersanenin seviye belirleme sınavıyla birlikte kampım da başlamış olacak.. O yüzden dün gece ve bugün belki son kez, bu sene son kez kendime vakit ayırmak için saatlerim vardı..
Atladım, gittim B.Çamlıca'ya..
Önce çok sevdiğim abim İbrahim Berçin'le birlikte O Ağacın Altına gittik.. Bambi tarafında, bir süt-muz nargilesi, sigaralar, tavlalar, üniversite ve hayata dair tatlı bir muhabbet..
Bir baktık ki sadece biz kalmışız orada, saat gecenin 3'ü, garsonlar, aşçılar filan bizi bekliyor.. Kalkıtık, Acıbadem'e kadar yürüdük..
Yine tatlı bir sohpet..
Bugün, yine tercihimi B.Çamlıca'dan yana kullandım.. Balcon, alt kısımda hafif deniz kenarını andıran, tipik Çamlıca tablosu.. Sevilen Akçabat Köftesi, buzlu cola'sı ve koalisyonu tamamlayan sigarası..
Kesinlikle muhteşemdi..
Son saatlerimi, bence en iyi şekilde kullanmış oldum..
Şimdi, veda hutbemi yazmak üzere Geniş Aile'yi bırakıp masa başına oturdum..
Ayda bir filan girerim belki.. 1 saat, içimde dolanları yazarım..
Ama kesinlikle 1 sene boyunca gündeme, gazetelere, felsefenin, siyasetin ve her türlü tartışmanın tadını erteliyorum..
Hoşçakal Engin ağabey..
Ahmet Hakan, Ahmet Altan, Ayşe Arman..
Hıncal Uluç, Mehmet Barlas ağabey..
Emre Aköz, Rasim Kütahyalı, Erdal Şafak..
Orhan Pamuk, Kemal Tahir, Orhan Kemal, R.Şahin..
Montaigne, Shekspeare, Dawkins, Rewill, Dwein, Marx, Nietzsche, İlber Ortaylı, Murat Bardakçı..
Hepiniz hoşçakalın..
Artık ne gündemle uğraşacağım..
Ne liberalizmi savunmak, anti-demokratlara saldırmak olacak aklımda..
Sadece 0/0 belirsizlikleri, linyitin çıkarıldığı yerler filan olacak problemlerim, tartışmalarım..

hop!
dizi başlıyor.. şimdilik elvada herkese..
öpüldünüz!

15 Ağustos 2009 Cumartesi

İkna oldu

Ceza verilmesi demokrasi dışı olabilir, lafım yoktur.

Ceza verilmesi demokratik ilerleme değil, kısasa kısas yada eşitlik falandır..
Bu cümleyi kurması, demokrat olmayan birinin demokrasiye el uzatmadığını gösterir..
İkna olmuş sonunda..

mutlu kal Türkiye.

14 Ağustos 2009 Cuma

Osuruktan teyyare



Geçenlerde RTÜK 'darbe yanlısı' yayın yaptığı gerekçesiyle CNN Türk kanalına ceza verdi. Çokta iyi oldu, doğrusu da budur.

Bu Türkiye'nin geliştiğini, farklılaştığını açıkca göstermektedir. Türkiye 'demokrasi'nin nimetlerinden faydalanmaya doğru emin adımlarla ilerliyor.


Demokrasiyi çiğnemeye yönelik hareketi övmek, çok demokratik bir hareket di'mi?

Öncelikle ülkemiz hakkında konuştuğumuzu hatırlatmak istiyorum sana.

ihi.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Demokrasi dersi

Açıklaması çok kısa..
Demokrasi, kendi aleyhine bir düşünce bile olsa, o düşüncenin anlatılmasını, provake edilmesini serbest kılan, özgür bir ortam yaratan sistemdir.
Dolayısıyla, 'darbe dönemi övülebilir' diyen birini, demokrasi cezalandırmaz. Bu demokrasi değil, diktatörlüktür.
Ayrıca, ben sana demokratsın falan da demedim, zaten 'darbe yanlısı yayın yaptığı gerekçesiyle CNN Türk kanalına ceza verdi. Çokta iyi oldu, doğrusu da budur.' diyen adamdan demokrat falan olmaz, saygım da var.
Ama kalkıp da bu cezaya 'demokratikleşme yolunda iyi bir ilerleme' demek, bu haberi konu yaparken demokrasiden bahsetmek, demokrasi bilmediğini gösteriyor sadece.

(mandela'yı yazıp araştırırken, demokrasiye de baksaydın keşke.)

Çakma demokrat

RTÜK Cnn'e 'darbe yanlısı haber yaptığı için' ceza vermiş.. Bazı demokrat geçinenler 'iyi oldu' falan diyorlar, iki yüzlü davranıyorlar..
Cnn'e verilen ceza, yanlış ve demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir tavırdır. Demokrasi, yalnızca demokratları desteklemek, yalnızca demokrasi lehtarlığını yapmak değildir, bunun adı olsa olsa diktatörlüktür.
Demokrasinin mücadelesi zaten 'oy kullanma serbestliği' kadar basit değildir, demokrasi daime 'düşünceleri serbestçe dile getirebilme' amacı güder..
Nazım Hikmet'i, Ziya Gökalp'i, Atsız'ı, F.Gülen'i aynı anda okutabilen sistem demokrasidir.. Ak Parti'nin, CHP'nin, cuntanın, sosyalizmin, faşizmin propagandasının yapılabildiği sistem demokrasidir...
Darbe yanlısına, darbe yanlısı haber yayına ceza vermek, demokratlık değildir...

dediğin gibi: 'Demokratik bir ülke ise burası, 'eyvallah' demeyi bileceksiniz. İşinize gelince değil, her zaman demokratik olmak zorundayız.'

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Ara mı versek?

Öss, yok, pardon, YGS-LYS senem bu sene, ne yapıcaz, ne edicez, dayanabilicez mi derken, pat diye içine atladık bile ateşin...
Bu yüzden bir süreliğine, tüm dünyaya kapatacağım gözlerimi...
Ara vereciğim bir yıl...
Televizyonlar, bilgisayarlar, oyunlar, telefonlar, gezmeler-tozmalar.. geyikler toptan olmayacak bir sene..
Türkiye gündemine de ara vereceğim, her sabah Sabah-Taraf alıp 'ilk ben okıycam!' kavgası bile yapmayacağım artık..
Artık Engin Ardıç'a bile ara vericem..
Salt bir sene yahu, çok mu?..
Daha daha sonra?..
Sınavdan çıktığım an be an...
Hayal değil, programım bellidir..
Önce sınav kontrolü..
Dersanede ağlamalar, zırlamalar, sevgi sıçmalar gözyaşlarıyla..
Sonra...
2 saat 'bir'imle..
Geceye kadar en sevdiğim 3'lümle..
Ve gece..
Can'la hoplayıp zıplayarak, ıslanarak yapılacak eğlenceli faaliyet için Çırağan Palace, Kempinski..
(deve-cüce olamaz mı? trambolin? yüzme? olur, olabilir.)
Ve her gece, güneş doğmadan uyumamak yeminleriyle acısını çıkarıcam bir senenin..
Sonuçlar, tercihler..
Sonrasında tatil..
Herkese sözüm olduğu için, birçok yere de gidicem haliyle..
Amcam ve Bekir ve Ben..
Can ve istedikleri..
Seyit-Hamza ve istedikleri..
Talha ve istediğim..
Ben ve istediğim..
Siz ve istedikleriniz..
Devlet Bahçeli'yle falan bile tatil yapıp eğlenebilirim yau..

Şimdi oruca girmeme yalnızca bir kaç gün kaldı, son günlerim blogumda da.. Vedadan önce hayalleri, sevinçleri ve motiveleri yazmak istedim, yazdım.

ihi.

11 Ağustos 2009 Salı

Nefret kusan yazı #3

Türkiye Cumhuriyet'i, iki korku ve nefretle büyütmüştür çocuklarını: Kürtler ve Aleviler...
Çok garipsiyorum, çok tiksiniyorum ve nefret ediyorum bu korkudan, korkanlardan ve devlet içinde sıkı bir bağışıklık varmış gibi yapanlardan...
Pardon yahu, zaten var bu bağışıklık...
Adam kalkmış diyor ki: "Resmen özerklik verdik Kürtlere, iyi mi? Bu böyle giderse Aleviler filan da açılım isteyecek... Sonu yok bu işin..."
Olsun mu sonu?
Olmasın...
Köküne kadar alsın Kürt-Alevi kesimi...
Kürtler kürtçe konuşsun, yazsın, okusun; Aleviler baskı olmadan cemevlerinde ibadetini yapsın, geleneğini istediği gibi uygulasın...
Kürtçe konuşan kadınların, çocukların, İstanbul çocuklarının devrim gibi amaçları falan da yoktur, korkmasın kimse...
Yada Aleviler Hz.Muhammed'e Cebrail'in 'yanlışıkla' geldiğine falan da inanmıyorlar...
Hz.Ali'yi peygamber, ve hatta Allah'ın oğlu olarak da görmüyorlar, hayatında bir kez Ali Şeriati'den, Humeyni'den, Buhrani'den filan siyer okumamış cahil cühelalar yazıyor, çiziyor, konuşuyor bunları...
Kürtlere verilen en doğal 'hak'kı özerklik görenler faşisttir...
Alevilere yoldan çıkmış, cehennemlik hükmü veren de cehennemin en dip kazığında basuruyla oynaşıyordur...
Var mı daha açığı?..

* * *

Bir başka konu, RTE...
Oy kaybetmek ve iktidarını devretmek uğruna girişmiştir bu açılıma, bugünki konuşmasını da lütfen izleyin mecliste...
Ağlattı herkesi...
2001 de herkes 'eski şeriatçıdan liberal olur mu' diye soruyordu...
Gördük, bal gibi oluyormuş... O eski hırçın, Kasımpaşalı, ve dindar ağzını bozmayarak liberalizmi tanımıştır RTE...
Ellerinden öpüyor, sevgilerimi yolluyorum abime...

Delirmek ister misin bebee?

Sorular ve sorgular dışında delirten hiçbir şey yok şu 'mınakodum' hayatında. Eveet, eveet...

Sen doğmadan önce bir dünya olduğunu bana kanıtlayabilir misin? Ya herşey seninle başladıysa, bu evren senin için yaratılmışsa ve herkesin ayrı bir evreni varsa?..

Uyuduğun zaman başka bir bedende olmadığına ne kadar eminsin? Sabahlara nasıl geldiğini anlıyor musunki?

Dejavu'ya ne diyorsun? Benzetme mi? Yada, niçin 'ben bu anı yaşadım' dedikten hemen sonra, sanki beyninde biri 'hasiktir anladı' der gibi oluyor da, sen birden unutuveriyorsun...

Seni ve evreni yaratan, şu anda ne ile meşgul?

Bir peygamberin eşcinsel olma ihtimalini hiç düşündün mü? Öyle olsaydı, eşcinsellik 'ayıp' olur muydu?

Sen aslında hiç olmasaydın, sen olarak ne yapardın? Düşünebilir miydin?

Ahirette inandığın din dışında bir dinin 'hak din' olduğunu öğrensen tepkin ne olurdu? Yada inandığın dinde, kafirlere açıklama izni var mı? Aynı durumda olsan, ne yapardın diyorum?

Seks bir ihtiyaç olmasaydı insanoğlu nasıl ürerdi?

bu saçma yazıyı okumasan vaktini hangi saçma şeyle harcamak isterdin?
ki böyle bi seçeneğin kalmadı artık.

mutlu kal türkiye..

9 Ağustos 2009 Pazar

En saf hayranlık

En saf hayranlık, henüz çocukken sevdiğiniz kişide oluyor.. Bugün çok güldüğüm bi olay geldi yine aklıma, hoşuma gitti...
İlköğretimde hoşlandığım, güzelliğine hayran olduğum biri, koro seçmelerine katılıyor..
Seçilmeden geri geliyordu..
Ve ben şaşırıyordum, 'nasıl olur?' diyordum, 'güzel sesi yok muymuş!'...
Ben aklımda o kadar mükemmel, kusursuz bir tanrıça yaratmıştım ki, o kişinin sesinin kötü olmasına ihtimal bile vermiyormuşum..
Ne kadar saf, masum ve çocuksu bir hayranlık..
Hoşuma gitti...

ihi.

Üniversiteli Tayfun ve Maceraları #2

Niçin nefes alma gereksinimi duymuyorum ve kendime cimcik attığımda canım acımıyor? Tanrım, niçin uzun zamandır acıkmıyor, susamıyor, bir kadını yahut sigara arzulamıyorum? Felç mi oldum, kendimden mi geçtim? Alim falan da olamayacağıma göre, bu bi tür felç falan heralde. Ama niçin tüm tanıdıklarım evimde, ve hiçbiri beni göremiyor?
Onlara bir kötülük ettim de, beni görmezlikten mi geliyorlar?..
Ve annem çığlık çığlığa ağlıyor... Niçin Tanrı'm?.. Nerdeyim ben, hangi boyuttayım ve niçin ben buradayken, bedenim çırılçıplak bir halde, babam tarafından yıkanıyor?..
Ben, ben sanırım öldüm. Evet, öldüm.. Ama aslında hala yaşıyorum.. Çünkü hala görüyor, koku alıyorum..
Ama kimse beni göremiyor...
Peki ya hesap?.
Tanrı var, peygamber var, kitap var, sevep-günah var?..
Güzel oldu aslında ölmem, tüm ömrüm boyunca kafa yorduğum Tanrı'nın ismi, peygamberlerin dürüst mü sahtekar mı olduğu düşüncesi...
Hepsi geride kaldı artık...
Pek yakında karşıma çıkacak Tanrı, ve ben de ona sorularımı sorabileceğim. Beni muhattab almasa bile, yapılan muameleden öğrenebilirim kimin olduğunu, neyin nesi olduğunu...
Bir çok adam şimdi tabutumun başına geçti, evet yahu, ben sahiden ölmüşüm!.. Nasıl, ne şekilde oldu, bilmiyorum, hatırlamıyorum...
Sen yok musun Cahit Sıtkı...

Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?..
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali; o musalla taşında...

Şimdi herkes benim musalla taşımda, herkes ölü bedenime odaklanmış ve benim için namaza duruyorlar.. Bir namazlık bir saltanat sunuyorlar bana, görmeyen gözlerim, duymayan kulaklarım, dokunamayan bedenimin önünde...
Doğru mu yaptıkları?..
Ben, müslüman değildim ki... Doğru mu bu yaptıkları?..
Sonuç değişecek mi sanki, rahum var, ve farklı bir boyutta, sıcaklığını bile hissemediğim bir cehennemi bekliyorum...
Ama belki...
Anlatılan hikayedeki orospu gibi, evimde beslediğim köpeğe su verdiğim için günahlarım affedilir..
Seks hayatım, içkilerim, arkadan konuşmalarım ve hatta Tanrı'ya hakaretlerim, yok sayılır; kim bilir?..

(.........)

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bağırıııın, bağırıııın..

Şu anda (dün akşam) müthiş bir yemekten dönüyorum, yer yine Tarabya'da, aynı yer.. Balkon kısmında yemeğe oturduk; menüler, yemekler, içecekler falan...
Herşey çok güzel, çok hoş... Derken aşağıda iki-üç dilenci dikildi, durdu, yukarı baktılar, ve biri bağırmaya başladı: 'Bize de şarap! Biz de ayyaşız!..'
Şaşırmadım, korktum ilk başta...
Sonra gülmeye başladım...
Restorandaki 'security' gitti ikisinin yanına, el işaretiyle 'siktirin lan' dedi, adamlar gitmedi, adım adım geldiler...
'N'oldu ulan orospu çocuğu, zoruna mı gitti?' dedi bir dilenci...
Ve arkadan bir işçi... İnşaat işçisi, amele geldi...
'Bağırın' dedi... 'Bağırın! Hakkınız sizin şarap!..'
Baktı bizimkiler adamlar normal değil, kafayı bulmuşlar, orta yol bulmaya çalıştılar, konuşmaya, işi halletmeye çalıştılar..
Polis çağırırız diyorlar, çağır diyor adamlar..
Kaybedecek neleri var? Hiçbir şeyleri...
Hapis, cennet onlara... Bedava yemek, yatak, banyo, bol bol arkadaş...
Bağrışmalar devam etti, 'şarap istiyoruz! hakkımız!..'
Sanırsın adamlar dilenci değil, devrimci abiler.. Paramız yok diye şarap mı içemeyeciz diyorlar, polisten, dayaktan, halktan korkmuyorlar, çekinmiyorlar...
Hemen yan masada amcam ve sözlüsü, ikimiz kalktık, konuştuk, biz de bir sapıklık yaptık...
Ve...
Adamlara şarap ısmarlamaya karar verdik...
Masada değil tabiki, parasını biz verecektik, onlar çıkıp içecekti...
Garsonu çağırdık, durumu anlattık, 'yok efendim' dedi, ne münasebet, arkadaşlar şimdi rahatsızlığa son verecek...
Olsun dedik, dediğimiz dedik, bu adamlar bugün içki içecek, o kadar.. 95'lik kırmızı angora, öyle ateş pahası falan da değildi, uygundu...
Gönderdik garsonu, ve zaten arap saçına dönmüş giriş bölümüne bir de elinde bir şişe angorayla garson girince, şaşırdı herkes... Keza dilenciler de...
Aldılar şişeyi, hiçbir şey demeden yürümeye başladılar, 'hakkınız!' diyordu hala amele, 'bağırın hep, hep bağırın amına koyim!..'
Şimdi ben o 3 emekçi insanı da saygıyla anıyorum, onlar farkında olmasalarda müthiş bir anarşi var içlerinde...
Her yiğidin harcı değil o hareketler, hakaretler, korkusuzluklar...
Ah, gerçi, öyle ya.. Adamların kaybedecek neleri vardı ki?..
Öyleyse, ben de arkadanızdayım abilerim, bağırın hep, hep bağırın...

7 Ağustos 2009 Cuma

Yağmur

Bu sabah İstanbul'a yine muazzam bir yağmur yağdı bildiğiniz gibi.. Saçma sapan melankolilerle içi doldurulabilir birşey değildir yağmur..
Rahmet denecek kadar banal da değildir..
Yağmur; yücedir, ıslaktır, cazibeli ve her daim azizdir.. Söylenişini de, kızım olursa adını Yağmur koyacak kadar sevmekteyim kendilerinin..
Yağmur yağmadan önce hafif bir gölgelenme başlar, daha sonra hafif bir esinti, sarılık ve ilk damlalar..
Bir daha ve daha hızlı..
Toprağa inişiyle yaydığı harika toprak kokusu, yağmurun öz parfümü..
Yağmura yakalanmak, yağdığı zaman bir sigara ve müziğinizle ıslanmak, yada sadece yağmurun sesiyle yazı, şiir yazmak..
Her anı tutku dolu, her anı çekici ve hatıralarla doludur, herkes için..

Güneşi görür gibi oldum

Milliyetçilik; ait olduğunu milliyeti savunmak, benimsemek, üstün görmek.. Erimektedir ve eriyerek can verecektir.
Türk-Kürt kalmayacaktır artık ve ortak bir 'Türkiyeli' kavramı yaratılacaktır. Zamanı geldiğinde de bu kavram yerini Avrupalı'ya bırakacaktır.
Osmanlı, Türk İmparatorluğu diye anılmaktan çıkacak, Osmanlı olduğu kabul edilecektir. Faşist empozesi yapar gibi de, ilkçağ Türkleri falan işlenmeyecektir ortaöğretimlerde.
Ne mutlu Türk'üm diyene, söylenmeyecek, zorla söyletilmeyecektir.
Pazartesi-Cumaları İstiklal Marşı söylenmeyecektir, ve artık her sabah andımız okunmayacak, sabi sübyana faşist yemini ettirilmeyecektir.
Eğitimde bir devrim gerçekleştirilecek; 1938 sonrası da anlatılacaktır.
PKK kökten kendini eritecektir, çünkü artık Kürtçe şarkı, kitap, üniversitede serbest olacak, ikinci bir ana dil olarak kullanılacaktır.
MHP kapatılacaktır, CHP as sola dönecek, yerini SHP'ye bırakacaktır.

güneşi görür gibi oldum, biz ölmeden görebilsek keşke.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Zina ve Namus

Zina, 'bilinen yönüyle' evlilik dışı sekstir, ama tabii 'içi' bu kadar basit değildir..
Göz zinası, dil zinası, beden zinası.. Örneğin işin 'yiyişme' boyutu da zinadır, ve hatta bazı kesime göre 'bakışma' kısmı da..
Kadının saçına bakılması da zinadır..
Erkeğin diz kapağına bakılması da..
Aynı zırva..
Zinadan kaçının denir bildiğim kadarıyla Kur'an'da, ancak içeriğini araştırmadım, salt duyduklarımı aktarıyorum o yüzden..
'Ben' boyutu değil..
Namus?
Hemen tek soru akla gelen; kadın üstüne düşünürsek, namus iki bacak arasında mıdır?..
Orada da değilse nerdedir?..
Evlilik bağı olmadan zinaya karışan kadın mı namussuzdur?..
İşte şimdi işin 'ben' boyutuna girebiliriz, zina ve namus kalıpları için..
Biiir...
Kadının namusu bekareti değildir, eğer bekaretiyse namus denen kalıp ve bu derece önemliyse bekaret, tecavüze uğrayan her kadın namussuz olur..
Ki bu genelleme bizi olağanüstü bir cehalete sürükler..
İkiii...
Seks denilen gerçeklik, yalnızca erkeğin zevk aldığı, ihtiyaç duyduğu bir birleşme değildir.. Kadının en azından 9 kat daha fazla zevk aldığı, orgazmı daha geç ve daha zevkli yaşadığı bir olgudur..
Bu zevki ilk defa yaşayan kadın, yada sürekli yaşayan kadın da namussuz olamaz, erkek namussuz olmayacağı gibi..
Üüüüç...
Eğer dini boyutuyla bakarsak.. Namus gelenektir; zina, manevidir..
Zaten gelenekleri yavaş yavaş ve tamamiyle üstümüzden siliyoruz, silmeye de devam edeceğiz gereksiz tabuları..
Ancak dini boyuta indiğimizde, evlilik dışı seksi, sevişmeyi yahut birlikteliği 'günah' olarak masaya koyuyorlar..
Bizse, ne bu birleşmeyi gerçekleştirmemeyi tercih edenlere 'gerici' deme haddine sahibiz, ne de gerçekleştirmeyi tercih edenlere 'namussuz, zinakar' gibi kalıplar takma haddine sahibiz..
Çünkü en özel tercihtir, hayat tarzıdır, karakterdir.. En özelin değerlendirmesini yapmak, kimsenin sorumluluğunda değildir..
Kişi, kendi istediği sürece namussuz, zinakardır yada gericidir.. Bekaretini ve vücudunu paylaştığı, yada paylaşmadığı için değil..

4 Ağustos 2009 Salı

Ayşe Arman müslüman mıymış?..


Arman dönmedir...
Sabetaycılardan, 'müslüman yahudisi'dir, kök olarak...
Ben demiyorum, Yalçın Küçük demiş, vikipedi'de yazmışlar vallahi.
Onların yalancısıyım...
Tabi biz işin 'kafatasçı' kısmını bir yana bırakıp, Arman'ın dedelerini değil, bizzat kendisini tanıyan biri olarak konuşalım...
Arman dinsizdir, inanç sahibidir yalnızca. Tanrı'ya var güzüyle inanır, yalnız Muhammed'e inanmaz..
Aracı aramıyorum der, deisttir...
bitti, bu kadardı.

mhp VE KÜRT SORUNU



Kürt sorunu ve demokratik çözümleri hakkında, şimdilik susma hakkımı kullanıyorum. Eğer materyal, demokrat, kalıcı bir çözüm çıkarsa, sonuna kadar arkasındayım elbette..
Fakat şu mhp...
Çok kızıyorlar ya hani faşistliğine, kabalığına, serseriliğine...
Bence kızmalarına gerek yok...
Hiç bir etkisi olamayacağı şöyle dursun, faşistliği de şööyle...
mhp'nin başka 'yolu' olmadığı için hiç olmadığı kadar kızgındır, anlamıyor musunuz? Kürt sorunu da çözülürse, Türk-Kürt ayrımı keskince yapılır ve toplum salt bir 'Türkiyeli' kavramı yaratır, bu Türkiyeli kavramı içinde mozaik ulusluğunu kabul ederse...
mhp kime seslenecektir?..
Seçim vaadi, kongreleri, mitingleri falan ne diye yapılacaktır?
'aah o eski faşist yıllarımız...' mı diyecektir çaresiz mhp?
Sorun çözüldükten sonra, Kürt milliyetçilerine karşı duran Türk milliyetçileri ne yapacaklardır?..
Hiçbir halt edemeyeceklerdir...
Davaları da bu yüzdendir..
Bir boka yaramayan parti sıfatları tescillenmesin diyedir tüm mücadeleleri...
Kızmayın onlara..
Hor görmeyin...

Biz yoktuk, ben vardım.

Kimse kimseye 'uymak' zorunda değil, bunu anlamak da zor değil... Her ilişkinin içinde de iki kişi mevcuttur, 'biz' diye bir şey yoktur...
Eğer bir biz yaratılmışsa, herşey 'ortak karar' zımbırtısıyla çözülüyorsa, 'kavga' olmuyorsa o ilişki ölmüştür... Ve ölen sadece ilişki de değildir, bir taraf karakterinden her daim taviz vermek zorunda kalmıştır...
Ben asla bu taraf olmam, karşımdakini de buna mecbur etmem. Olmuyorsa, olmuyordur.
Bu kadar basit.
Bu yüzden biz yoktuk, ben vardım.
Ezber kalıplarla bizi çıkarmasın kimse. Sıkıcı, banal, tiksindirici olma(yın)...
Basit, dedim ya.
Olmuyorsa, olmuyordur...

2 Ağustos 2009 Pazar

Selahattin Yusuf'tan şizofren aşk

'bense gözlerimi kapattığımda, sen karanlıkta kalıyorsun.'

Şizofren bir aşk değil de, 'bencil' bir ilişkinin özeti bence bu İsmail Kılıçarslan'ın da dediği gibi.. Çünkü Doğu, hep bir 'sevgiliyi arayış' içindedir, kendini onun için feda eder, herşeyinden vazgeçer ve onu yüceltir..
Bu yüzden doğu şöyle der: 'sense gözlerini kapattığında, ben karanlıkta kalıyorum..'
Evet, doğu için, ulaşılamayacak olan sevgilinin gözleri de bir köprüdür çünkü sevgili, dokunulamayacak, sevişilemeyecek kadar yücedir..
Batı ise kendini üstün görürken sevgilinin mücadelesini, kendisine olan ihtiyacını anlatmıştır..
Bu dizeler de aslında buram buram batı kokmaktadır; doğu, artık sevgiliyle muhattab olmalıdır..
Ona dokunmalı, bazen aşağı görmeli, onunla okuyucuyu tahrik edecek kadar sevişmelidir dizelerinde...

Özlenen Fenerbahçe

Kabul, sıkıcı bir maçtı, penaltı golü de olmasa açılacağı yoktu maçın.. Ama o Denizli'nin yüzündeki 'sikicez ağam' tebessümü yok mu, çıldırttı beni..
O bakış, 2. golde söndü, ezildi, duraksamaya dönüştü...
Çünkü Denizli..
Sıçmıştı!..
Maçın analizini yapacak olursak, özlediğimiz bir Fenerbahçe izledik: Oynamadan kazanan, bitirici ataklar yapan...
Guiza herkesi olduğu gibi beni de şaşırttı, benzinci-kuyumcu takımına 3 gol atması önemli değildi, ama bugün Guiza gösterdiki yeni Guiza akıllanmış, açılmıştı..
Hele Beşiktaş'ın Tello'su.. 'Abarttıkları kadar varmış' dedirtti bana resmen, olağanüstü bir tekniğe sahip, Alex yada Delgado'yla falan karşılaştırılmasını bile hatalı buluyorum..
Çarşı da o biçimdi.. Aynıydı ve yine Fenerbahçe taraftırını 'altta' bırakmayı başardı..
Ama penaltı golümüzden sonra tutturduğumuz 'ooh oh, ooh oh..' tezahüratı, muazzamdı..
Ve Yusuf...
Bir insan bu kadar mı değişir... Her atakta kendini yerlere atıyor, yuvarlanıyor, itiraz ediyor...
Ne Fenerbahçe'de böyleydi Yusuf, ne de Denizli'de...
İyice çirkefleşmiş Yusuf, çektiği havadan olsa gerek..
Sonuç?..
Biz kazandık...

ve bitti.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Tarabya'nın evi: 5. Kat...



Çok inatlarla gitmeyi kabul ettiğim bir mekandı, davet üzerine 'iyi evlat' olarak gittim, en neticesinde mutlu ayrıldım...
Tarabya'nın sahilinde, 5.Kat diye bir mekan...
Google'a yazdığınızda çıkıyor, fotoğrafını da oradan buldum zaten...
Arada ikram edilen soğukları ve ara sıcakları (ki paçanga böreğine benzeyen, ve adının niçin 'fransız ekmeği' olduğunu anlayamadığım 'şey' de müthişti) da geçersek...
Ana yemek olarak Rokfor Soslu Bonfile yedim ki, etinin kıvamı ve tadı dışında, yanında verdikleri sebzeler ve patates dilimleri de sizi tatmin etmeye yetiyor...
İçeçek?..
Yok, şarap değil...
Kesme buz, limon, kola koalisyonunu tercih ettim... Yaz aylarında kırmızı etin yanında iyi gidiyor...
Tatlıyı dürüst olayım, babam seçti... 'Dark Dream' adı verilen, çok sevmememe rağmen tapılacak bir mini çikolata fıskiyesi, dondurma ve çeşitli meyvelerle süslü bir tatlı...
Manzarası da güzeldi, zaman da hoş geçti...

Oturmayacağım

Hocam...
Aşağılık bir yaratık olduğunuzu düşünüyorum, dolayısıyla bana 4 senelik akademik bilginiz var diye hakaret edemezsiniz...
Otur! Otur lan!..
Hocam...
Entelektüel bilginiz hiç yok, tipik birisiniz, basitsiniz... Anadolu'da 3-5 okulda öğretmenlik yapmanız sizi yüceltmez, anlayın bunu...
Otur! Otur lan!...
Hayır hocam, ben bu yaştan sonra orhun kitabelerini, meridyen sayılarını, fonksiyonun tersini öğrenebilirim, bunun için dahi olmak gerekmiyor... Ama siz, asla kişiliğinizi düzeltemeyecek, akademisyenlikten çıkamayacak ve 'adam' yerine konamayacaksınız...
Otur! Otur lan!...
Evet hocam, kağıt üzerindeki notlarla bize karşı 10 dakikalık bir saygınlık sağlayabilir, hatta bunu karne döneminde 2 haftaya kadar çıkartabilirsiniz... Ama mezun olduktan sonra sıçtığım bok kadar değeriniz kalmayacak hocam, saygınlığınız da olmayacak gözümde...
Otur! Otur lan!...
Put töreni yapar gibi her giriş ve çıkışta İstiklal Marşı okumaktan bıktık hocam, kuzu gibi bacaklarımıza, çoraplarımıza, ayakkabılarımıza ve saçlarımıza bakmanızdan da... Her sabah size karşı beslediğimiz muazzam nefret artıyor, artıyor hocam...
Otur! Otur lan!...

* * *

En başarılı denemem bu olacaktır, çünkü diğer denemelerim sürekli okuduğum yada düşündüğüm şeyler üzerine olmuştur, yaşadığım olayları az aktarmışımdır...
Bu denememde gözlemi ve tecrübeyi aktaracağım, 'yıkılmaz' tezlerimi paylaşacağım...
Uyar mı?
Uyar...
Konumuz: Lise eğitiminde Kolejler ve Devlet Okulları...
Lise eğitimi diyorum, çünkü her ikisinde yalnızca lisede eğitim gördüm...
İlk 8 senelik eğitim-öğretimim, bir kolejde geçti... İlköğretimde genellikle 'çükünle oynama, altını sol elinle sil' falan gibi nasihatlar olduğu için, 6,7,8. sınıf öğretimlerini ele alıcam...

Kolejde rahat, özgür bir ortam içinde büyüdüm...
Öğretmenlerim belirli normlara sahip, kemikleşmiş disiplini benimsemeyen ve bunu da doğru bulan insanlardı... Beni 'muhattab' gören, konuşan, yanlış da olsa o cümleyi kurmama 'izin' veren bir ortamda büyüdüm tan 8 sene...
Artık bu 'özgürlük ortamı', benim için bir norm olmuştu, doğrusu da buydu, başka türlü bir eğitim düşünülebilir miydi?
Öğretmenin şaka yapmadığı, şaka kaldırmadığı, eleştiriyi kabul etmediği bir ortamda ders görülebilir miydi yahu?..
Özgürlük, şarttı. Ve bu her yerde böyleydi benim için...
Derken OKS dönemi... Hayal kırıklığı yaratan bir puan, ve lanet olsun, 'puanı aldım' diye gittiğim Çağrıbey Anadolu Lisesi...
Okulun zannediyorum ilk, yahut ikinci günü...
Okul Müdürü geldi sınıfımıza...
Ders boşken...
Ama...
Öyle bir sınıfa girişi, ve sınıfta yürüyüşü var ki, zannedersiniz eğitim gören bizlere 'hoşgeldiniz'e değil, borçlusunun olduğu kırahathaneye hesap sormaya gelmiş...
'Bakın' dedi...
Bu okulda dikkatli olacaksınız... saça, başa, eteğe, çoraba, kravata gömleğe filan dikkat edeceksiniz...
Yoksa...
Yoksa kafamızı kıracakmış!...
Kimse de ses çıkarmıyor, müdür normal birşey söylüyormuş gibi onu dinliyordu...
Ben...
Bırakın gömlek ve kravat baskısını, pantolon renginin baskısını bile görmemiştim 8 sene...
Çünkü okulumuz, serbest kıyafetti!...
Herkesin kendini yansıttığı, kafasına esene göre, rahat, özgür olacağı kıyafeti giyebiliyordu...
Burada...
Renkleri, gömleği, kravatı, damgayı da bunlar seçiyordu...
Kravat-gömlek arasındaki santimetreyi'de!...
'Nasıl yani?' dedim ben de...
Kravatımı aşağı çektim, 'bu burada durunca yanlış bir hareket mi yapmış oluyoruz?' dedim...
Çünkü şaşkındım...
Ağa tipli bir müdür... Ahkam kesen bir müdür... Kendini üstün gören ve emir vermekten çekinmeyen bir müdürü...
Hayatımda ilk defa görüyordum...
Dolayısıyla cevap verdim...
O da yanlışmış!..
Gözlüğümün kenarına 'pıt' ettirerek 'bak evlat' dedi... 'sivrilme bu kadar sen. çok görüşücez heralde seninle...'
Öyle de oldu...
Derse geç kalmalarım, öğretmenlere cevap vermelerim, karşı çıkıp eleştiri getirmelerim, derse girmeyişlerimle hep onların karşısına çıktım...
Ben, yaramazdım, haytaydım...
Yalancı ve saygısızdım...
Anormaldim...
Deliydim...
Ve hatta psikilojik sorunlarım olabilirdi!... Böyle bir öğrenci, nasıl olabilirdi?...
En seviyesiz öğretmenimle de fiziksel kavgamı yaptım... Dar bir otobüste...
Deli olduğum için yaptım tabii bunu...
Hangi akıllı öğrenci, sorun çıkarmadığı halde kendine 'sen sorun çıkartıyorsun! salak bu zaten... belli...' diyen öğretmenine cevap verir ki...
Hangi normal öğrenci o öğretmene hakaret eder... Oturduğu yerden kalkar...
Üzerine yürüyen ve bir yumruk savurmuş öğretmenine o da yumruk savurur...
Manyağa bak yahu!...
Normal değil bir çocuk, şaşırmış, kafayı yemiş, deli, hayta...
Ayrıldım o okuldan, her şeyimi geride bırakarak...
Nereyemi gittim?..
Eski okuluma...
Deneme yazıp görüşlerimden dolayı ve hatta 'halt' kelimesini kullandığımdan dolayı disipline verilmediğim, konuştuğum zaman garipsenmediğim, özgür olabildiğim, müdürümün ve tüm hocalarımın normal olabildiği o eski okuluma...
Pedagoji bilen hocalarımın yanına...

Ve ben...
Yine aynı haytayım...
Deliyim...
Yazarım...
Ve üzgünüm hocam, oturmayacağım!...

31 Temmuz 2009 Cuma

Mozaik yoktu ama lan

Türkiye Türktür... şarallalalal laaa...
Kürtler de kendini Türk hisseder... laramlamlalalal laaa....
Ne mutlu Türküm diyenenlerelere... laralaaalaral laaaa...
Bozmayın neşemi ulan ne mozaiği ulan... dırım! larallalalalal laaaaaaaaaaaaa.......

arada bir şaçmalamak gerek, evet.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Sorun annen mi?

Ben tepki doğar demiştim... Kürtler hakkındaki bir-iki yazım bazılarına dokunmuş doğrusu, 'onları nasıl sevebiliyorsun?'a kadar gitmiş mevzu...
'Bu ülkeye ne kattılar?' diye sormuş...
'Türk yurdunda yerleri yok' demiş...
Daha da ileri giderek, Kürtlere 'hayvan, yaratık' diye seslenmiş... Tipik bir faşist, sinirlenmeyeceğim dedim, ama yine de soruyorum sevgili sapık: bilinçaltındaki bu sinirin sebebi ne?
Küçükken anneni Kürtler mi düzdü?..
Babanı transeksüel yapan bir Kürt cerrahı mıydı?..
Belki de, sadece seni düzmüşlerdir, kim bilir...
Bilinç altı işte...

Yok yahu, açıklama yapacak halim yok... Olsa da senin gibi bir 'kanı pis' şovaniste, faşiste, iblise, (hakaret sayma bunları!) yazacak kadar beynim yontulmadı...
Bana cevap vereceğin kırmızı renkli yazılarını da bir tarafına sokabilirsin, çünkü sana bundan sonra cevap vermeyeceğim...
Muhattabım sen değil, annen...

mutlu kal Türkiye.

Allah kalemine güç versin

Bak, tekrar ve tekrar din konusunu ortaya atıyorsun... Ben sana ara sıcakları yiyoruz diyorum, sen inatla şarap-biftek istiyorsun, anlamıyorsun, anlayamıyorsun...

* * *

Hırsızlık mevzusu...

Hırsızlık konusunun iyi/kötü olması da, tıpkı başörtüsü, kürtaj, evlilik dışı seks gibi bir konudur; kişiden kişiye, ortamdan ortama değişebilen bir durumdur...
Sana Knut Hamsun'un 'Açlık' kitabını öneriyorum, en öncelikle... Bu kitapta aslında hırsızlığın ne kadar 'iyi' ve 'yararlı' bir şey olduğunu anlayacaksın...
Evinde aç ve doyurulma sorumluluğu sizin üstünüzde olan birileri varsa, ne yapar eder, o yemeği bulursunuz, bulmak zorunda kalırsınız.
Bu kişi 'siz' de olabilirsiniz...
Plan kurar, sanki o yemeği yiyeceği zaman 'milyoner olacakmışçasına' hırs yapar ve alırsınız o lokmayı...
Dilenirsiniz...
Çalarsınız...
Bunun dışında, hırsızlığın 'kötü' olarak da değerlendirildiği örnekler vermeme gerek var mı?
Bence yok...
Demek ki önermemiz bize ne gösteriyor: Hırsızlık bile, 'kötü' olarak genellendirilemez...


Dine bağlanmayan kişi ahlaksız mıdır?...

Hay ağzını öpeyim... İki gündür şu cümleyi bekliyordum, sonunda bunu da kurdun...
'Eğer bir dine inanıyor isen 'ahlak' kavramını hiçe sayamazsın.' demişsin, güzel...
İnanmıyorsam, bu kavramı yoka mı saymalıyım? 'Kötü' mü olmalıyım, 'âhlaksız' mı olmalıyım?..
'Yok, hayır tabiki' diyeceksen, ahlakın bir 'din zorunluluğu' olmadığını bilmelisin...
İslam ahlakı vardır, budist ahlakı vardır, yada uzak doğu ahlakı falan...
Ancak, G.Miller'ın şu sözünü tekrar yazıyorum ki: Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...
Yani, kimse İslam'ı, Hristiyanlığı; komünizmi, liberalizmi, faşizmi ve bunların ahlakını kendine 'otorite' edinmemelidir...
Bu ideolojilerin 'doğru'ları kendine uyduğu için onlar 'otorite' olmalıdır, önünüze 'otorite' olarak konduğu için doğru olmamalıdır...
Herkesin ahlakı 'bir' olmayacağına göre de...
Ortak bir 'doğru, yanlış, iyi, kötü' de asla ve asla ve asla...
Olmayacaktır...
Ve dolayısıyla...
Ahlak dedikleri siktiriboktan 'genellemeler' de yıkılıcaktır sevgili dostum!..
Nasıl diyordunuz siz... kapiş?

Anlamaz efendim

Yok, çok uğraştım anlaması için, madde madde yazdım, aynı cümleleri farklı kalıplarda empoze etmeye çalıştım, ama adam ne neyi tartıştığının farkında, ne de cümlelerimin...
Bana 'deney meraklısı' demiş...
Hani şu, 'etik bilimin dozajını ayarlamak' cümlesine cevap vermiştim, pardon yahu, çocuk öyle derken, 'mahalle baskısı seviyesine ulaşmaması dozajını' kastetmiş meğer...
Kıvır Allah kıvır, sonu yok ki bu işin...
'Deney meraklısıysan sayısal okusaydın' demiş...
Sanırım, benim yine 'dozaja' verdiğim yanıttaki ironiyi kavrayamadı, kaale almayacağım o yüzden bu cümleyi de...
Biz etik felsefesinden, mahalle baskısından, bireysel-toplumsal ahlaktan, bilimden söz ediyoruz; adam kalkmış bana sanki hiiiç haberim yokmuşçasına, alim şalvarını geçiyor üzerine ve 'şeriat maddelerinden' bahsediyor...
İslam hoşgörülüdür diyor... İslam ahlakında vardır bu diyor...
Budist ahlakında da hoşgörü var, sen budizme inanmasanda, saygılı ol dinlerine, yeter...
İstersen budizm şeriatını getirelim ülkeye?
Hoşgörü, iyi ahlak falan...
Ama tabii sen senin dinine inanmayanları 'dikkate almadığın', 'onlar için de iyidir' dediğin için, inanmadığın 'hoşgörülü' bir dine de uymazsın, hoşuna gitmez...
Hırsız örneği falan vermiş bir de, güldüm doğrusu...
Yasalardan haberi yok öyle zannediyorum, her şeyi etik cezalandırsın mı diyor, ne diyor...

Nasıl olsa anlamıyor, şimdi 32 farza falan girer, aman diyeyim... Ben yine yazılarıma kaldığım yerden devam edeyim...

mutlu kal Türkiye.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Tanrı'yı bilmek ve inanmak

Sözlü olarak tartışırken de defalarca söylediğim gibi, kimse benimle Tanrı'yı tartışırken, Allah sıfatını kullanmamı söylemesin. Çünkü eleştirilen, tartışılan şey 'İslam Tanrı'sı' Allah değil, herkesin kafasında olan, yaratıcı bir 'güç' olan Tanrı'dır...
Varlığı ve yokluğu tartışılan şey Allah olamaz, Tanrı olur, çünkü herhangi biri için Tanrı var olabilir, ancak bu gücün adı 'Allah' olmayabilir...
Allah, Tanrı inancından sonra gelen bir kademedir, öznel ve tartışılamazdır..

* * *

Tanrı'nın varlığını uzun uzadıya tartışmayacağım, çünkü bu gücün varlığına inanmaktan da öte, bu gücün varlığını bilmekteyim.
Nasıl yani?..
Şöyle...
İnanç, çoğunlukla 'öyle olunması istenen' durumları belirler, kesinlik belirtmez. 'İnancım tam' diye bir kavramda abezdir, inanmak; kesin olduğunu bilmediğiniz, dediğim gibi, 'öyle olduğunu sandığınız' yada 'hissettiğiniz' şeylerdir...
Bu farka değinmek istiyorum sadece... Daha önceleri insan ırkına olan muazzam hayranlığımı ve bu yüzden Tanrı'nın bilinmesi gerektiğini yazmıştım...
Fizyolojik/Biyolojik ihtiyaçlar dışında, çok başka şeyleri arzulayan, merak eden, üstüne giden bir varlıktır insan...
Evreninin 'en üstünü'dür... Materyal kavramların dışında çıkabilmektedir, örneğin...
Şiir...
Felsefe...
Yönetme istemi...
Beden zevki dışındaki çekicilikler...
Bunlara birer kanıt olabilir mi?
Kim bilir, belki diyorum...
Ama bu saydıklarımın hepsi, bana adı ister Allah olsun, ister El-İlah, Yehova, buzağı şeklini almış maymun yahut yüce karides olsun, bir 'yaratıcı gücün' varlığını gösteriyor...
Bu yüzden Tanrı'nın varlığını biliyorum....
Adını ne koyduğum da, bırakın bana kalsın...

Devrim, anarşi, Marcos...

Tüm hepsini tek bir şarkıya toplamışlar, devrimciyseniz ilgilenmemeniz mümkün değil doğrusu. Devrimin öz be öz ülkelerinden birine mensup, Fransız rap'çi Keny Arkana'nın; zapatanın öncülerinden Marcos'u, isyanı, devrimciliği ve anarşiyi aynı anda yorumladığı, gerek sözleri, gerek ritmi ve görüntüleriyle etkileyici şarkı La Rage'dan söz ediyorum...

Türkçe altyazısını yalnızca Facebook'tan bulabildiğim için bu siteyi link atmak zorundayım.



iyi seyirler Türkiye...

Sallapartiliğin adı: Toplumsal Etik

Etik kavramının arkasına din kavramını sığdıracak kadar basit olacağını düşünmemiştim, malesef sığdırmışsın...
Dediğim gibi, salt bir diyalektik kurduğunu düşünerek, iyi niyetle yazdığın üç yazıdan birkaç cümle vereceğim okuman için, sen de slogan değil, mantıklı cümle koyacaksın masaya...

1) "Sadece bilim ile bu iş kurtarılmaz. Önemli olan ikisinin dozajını ayarlamaktır."

Kimyasal deney mi yapıyorsun da, dozajını ayarlamaktan falan bahsediyorsun? Bilimsellik yükselince etik azalıyor, etik artınca bilimsellik mi azalıyor?...
Neyin dozajı bu?...
Yada, bilim hızla ilerlerse, 'hoop!' mu diyeceksin, 'dozajı aşmayın!' diye tepki mi göstereceksin?
3G geldi şimdi Türkiye'ye...
Ahlaksızlıklar mı artacak?
Ayarla bakalım dozajını...

2) "Her toplumdaki ahlak anlayışı aynı değildir. Hatta her insandaki ahlak anlayışı farklıdır
."

Bunun farkında olman güzel... Güzel de, farkında olup 'ahlak kurallarına dayalı toplum'u savunman enteresan...
Hangi 'ahlak'ın kuralları?
Kimin ahlakı?..
Benim mi, senin mi?...
Allah'ın mı, Yehova'nın mı, İsa'nın mı, Darwin'in mi?...
Devrimci ahlakı mı, şeriatçı ahlakı mı, transeksüel ahlakı mı?...
Çıkar ağzından baklayı... Sözüme gel de, 'mutlak doğruların', 'ortak ahlak'ın asla olmayacağını anla...
Kimse senin lügatına göre yaşamak zorunda değil, bu faşistliktir...
Bu yüzden şerr-i toplumların, yasakçı, ırkçı, militarist toplumların hepsi faşisttir...


3) "Ahlak dediğimiz kavramı 'mahalle baskısına' indirgeyip, seviyesizleştiremezsin."

-
Mahalle baskısı kavramı, sosyolojik bir kavramdır, ahlak felsefesine dayalı bir terim değildir... Demek istediğim şey de, mahalle baskısı denilen, 'çevre ne düşünür?' kompleksi, davranışlarda yönlendirmeden çok, müdahil olmaktan çok hayatımıza 'dahil' oluyor...
Gole giderken topu taca attırıyor...
Bize göre doğruyu, bize göre yanlış yaptırıyor...
Sen, 'benim doğrularım yoktur, toplumun bana verdiği doğrular vardır' diyorsan, güzel insan G.Miller'dan şu cümleyi kurmak isterim:

Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...

4) "Teizmde ahlak vardır, etik vardır!"

Conan O'Brien ve eski meşemiz Metallica'nın da dediği gibi: 'So what?'...
Teizm, tek tanrıcılık, temel olarak 3 inancı temsil ediyor 21.yy'da... Hristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet...
Söyle bakalım, hangi teizmin ahlakına uyacağız?.. Musevi olup yahudilerin 'köpeği' olduğumuza inanarak mı ahlakımızı oturtacağız, Ruhban okullarında büyüyüp seksi de lanetli saydıktan sonra bakirliğimizi Tanrı'ya adamanın 'iyi ahlak' olduğuna mı, yoksa Hz.Muhammed ahlakına mı?..
Hz.Muhammed mi diyeceksin?..
Ona inanmayanlar peki?..
Banane diyorsan iflah olmaz bir faşistsin, demiyeceksen de benim lafıma geleceksin...

5) "Ama güzel ahlaklı dediğin hiç mi kimse yoktur çevrende? Sen neden karamsar bakmaktasın olaya?"

Karamsar değilim, tam tersine, etiğin ve toplumsal ahlak baskısının (mahalle baskısı) çürümekte olduğu bir toplumda yaşadığım için, mutluyum...

6) "Bir toplumda huzur, güven ve mutluluk duyguları için gereklidir etik kurallar."

Etik kurallar sabit değildir, herkes için farklıdır diye diye iki günümü harcadım...
Etik kural farklılıkları, çoğunlukla da konu inanç yahut gelenek olunca insanları birbirine düşürmekten, toplumu bölmekten başka hiçbir halta yaramaz dedim...
Dinletemiyorum...
Kadın-erkek cinsel hayat farklılığını hala anlamıyorsun...
Geçtim....
Başörtüsü mevzusu nedir? Ahlakın iyiliği için giyenler, gereksiz görenler, özgürlüğünü savunanlar, faşistliğini yapanlar, simge diyenler, çıkarmam diyenler...
Nedir bunlar? 'farklılık'tır...
Elbette olacak bu farklılık...
Ancak...
Sadece kafaya/saça örtülen bir bezden dolayı bile, milyon tane farklı ses çıkıyorsa her baştan, varın gerisini siz düşünün...
Sıçtıktan sonra bez bağlama şeklini bile 'tartışır' insan, farklılığa düşer...
Kimin doğrularına dayalı bir toplum yapacaksın diyorum sana? Yapamazsın, yaparsan, bu faşistliktir...
Herkesin doğrularının 'özgür' olabildiği, serbest, 'liberal kafada' bir toplum mutludur, huzurdadır ve güvendedir...
Ahlak kurallarına 'dayalı' bir toplumun insanı, mutsuzdur, 3-5 çapulcu dışında...

28 Temmuz 2009 Salı

Uzaylı mısın?..

"Eğer sen bir kadınla erkeğin sevişmesinden, kadını 'orospu' erkeği 'kahraman' yapan zihniyetlerin içindeysen, üzgünüm sizin toplumdaki "ahlak" bok olmuştur."

Yok yau, bir kitaptan yada yabancı bir köşe yazarından çeviri değil...
Gökten de gelmedi, inanın!...
Bak Can'cım...
Ben Türkiye Cumhuriyeti'nde, İstanbul'da yaşıyorum, ve içinde bulunduğum toplum zihniyeti aynen böyle...
Ha, sen uzaydan gelmişsindir, ne bileyim, ne idüğü belirsiz bir adada, açık bahre helikopter pozisyonlardında seksi yaşıyorsundur, onu bilemem...
Ama bilmiyorsan öğreteyim, bizim 'çevrede' mantelite böyledir, bunun en büyük sebebi de ahlakın doğurduğu zırvalıklardır.
Ahlaklı/ahlaksız ayrımı olmasaydı, kadın da 'altta' kalmayacaktı, erkek de 'kahraman' olmayacaktı...

Ayşe Arman konusu...

Arman benim en sevdiğim kadın yazardır, bunun da dışında çekici bulduğum bir insandır. Eşimin, bir önceki gece yaşadığımız fantezileri yazıya dökebilmesi...
Benim de hoşuma gider...
Zincirlerin kırılması mevzusu...
Tüm Türkiye'nin okuyabileceği bir ortamda bunu paylaşması halkasıdır...
Ama...
Bunu 'kendim' rahatsız olacağım için değil, 'çevre ne der?' korkusuyla yazdırmayabilirim...
Ailem, iş arkadaşlarım, sokakta gördüğüm insanların bakışlarından çekineceğim için yazdırmayabilirim...
Nedir bu 'çevre ne der?' korkusu?..
Mahalle baskısı...
Bu baskıyı yaratan nedir?
Etik kuralları, ve doğurduğu kısıtlamalar, saçmalıklar, zırvalıklar...