Orhan Pamuk'un 'Sessiz Ev' kitabında bir aile büyüğü vardır; düşünce ve yaşayış alanında tam batılılaşmayı savunan, tıp ve hukuk alanlarında doktora yapmış bir büyük...
Bu doktor, insanlara 'Tanrı' diye bir şey olmadığını, inançların tam bir aldatmaca olduğunu, her şeyin materyalist temellere dayandırılabileceğini kanıtlamak amacıyla bir ansiklopedi yazmaktadır. Aşkı, vicdanı, umudu, hastalıkları ve duanın çaresizliklerini kendince ansiklopedi raconunda anlatan doktor, en sonunda 'Ö' harfine gelmiştir... İlk olarak ölümü işleyecektir; felsefi / ilmi kaynaklardan bunu araştırmaya başlar ve kendine şu soruyu sorar: 'Ahiret yoksa, ölümden sonra olacak şey nedir?'...
Cevabı bulduğunda ise, tamamen doğu gelenekleri üzerine yetiştirilmiş, genel olarak sessiz ancak yaşlanınca kitapta okuyabileceğiniz üzere çekilmez olan eşine koşar, ve der ki: 'Hiç bir şey!'
Evet, yanıt 'hiç'tir; 'hiçbir şey'dir...
Ölmek, materyalist felsefenin de kabul ettiği bir gerçektir. Peki ya hiçlik? Nihilist felsefe diyecekseniz, alakası yok diyeceğim...
Çünkü nihilizmi yaratan hemen hemen Nietzsche'dir ve 'hiç' olanı gelenek olarak görür, ahlak olarak, bağımsızlığa engel olan herşey olarak görür...
Ölümden sonra olan 'hiç'lik ise, yalnızca hiçliktir. Sıfırdır, karanlıktır, bitmişliktir...
Ben de ölüm konusunda tam olarak bu noktaya ayak basmak istiyordum: Öldükten sonra hiçliği kabul etmek, bana göre muazzam bir cesarettir. Çünkü insan ırkı üstündür ve sonu olamayacak kadar yücedir. Bunu ister 'yaradan'a bağlayın, ister ay'a, güneş'e, öküze; allah'a, yehova'ya yahut kutsal ruhlara...
Kimsenin inancını tartaracak, mantık aratacak değilim. Herkesin inancı kendinedir. Zaten burada üzerinde durduğum şey 'din' yahut 'inanç' değil, 'sonsuzluk' kavramı...
Şimdi ölümden sonra sıfırı bulacaklarına inananlara seslenmek istiyorum: 'Bu sizi gerçekten korkutmuyor mu?'...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder