23 Ağustos 2009 Pazar
17 Ağustos 2009 Pazartesi
Veda Hutbesi
Yarın sabah 9:30'da, dersanenin seviye belirleme sınavıyla birlikte kampım da başlamış olacak.. O yüzden dün gece ve bugün belki son kez, bu sene son kez kendime vakit ayırmak için saatlerim vardı..
Atladım, gittim B.Çamlıca'ya..
Önce çok sevdiğim abim İbrahim Berçin'le birlikte O Ağacın Altına gittik.. Bambi tarafında, bir süt-muz nargilesi, sigaralar, tavlalar, üniversite ve hayata dair tatlı bir muhabbet..
Bir baktık ki sadece biz kalmışız orada, saat gecenin 3'ü, garsonlar, aşçılar filan bizi bekliyor.. Kalkıtık, Acıbadem'e kadar yürüdük..
Yine tatlı bir sohpet..
Bugün, yine tercihimi B.Çamlıca'dan yana kullandım.. Balcon, alt kısımda hafif deniz kenarını andıran, tipik Çamlıca tablosu.. Sevilen Akçabat Köftesi, buzlu cola'sı ve koalisyonu tamamlayan sigarası..
Kesinlikle muhteşemdi..
Son saatlerimi, bence en iyi şekilde kullanmış oldum..
Şimdi, veda hutbemi yazmak üzere Geniş Aile'yi bırakıp masa başına oturdum..
Ayda bir filan girerim belki.. 1 saat, içimde dolanları yazarım..
Ama kesinlikle 1 sene boyunca gündeme, gazetelere, felsefenin, siyasetin ve her türlü tartışmanın tadını erteliyorum..
Hoşçakal Engin ağabey..
Ahmet Hakan, Ahmet Altan, Ayşe Arman..
Hıncal Uluç, Mehmet Barlas ağabey..
Emre Aköz, Rasim Kütahyalı, Erdal Şafak..
Orhan Pamuk, Kemal Tahir, Orhan Kemal, R.Şahin..
Montaigne, Shekspeare, Dawkins, Rewill, Dwein, Marx, Nietzsche, İlber Ortaylı, Murat Bardakçı..
Hepiniz hoşçakalın..
Artık ne gündemle uğraşacağım..
Ne liberalizmi savunmak, anti-demokratlara saldırmak olacak aklımda..
Sadece 0/0 belirsizlikleri, linyitin çıkarıldığı yerler filan olacak problemlerim, tartışmalarım..
hop!
dizi başlıyor.. şimdilik elvada herkese..
öpüldünüz!
Atladım, gittim B.Çamlıca'ya..
Önce çok sevdiğim abim İbrahim Berçin'le birlikte O Ağacın Altına gittik.. Bambi tarafında, bir süt-muz nargilesi, sigaralar, tavlalar, üniversite ve hayata dair tatlı bir muhabbet..
Bir baktık ki sadece biz kalmışız orada, saat gecenin 3'ü, garsonlar, aşçılar filan bizi bekliyor.. Kalkıtık, Acıbadem'e kadar yürüdük..
Yine tatlı bir sohpet..
Bugün, yine tercihimi B.Çamlıca'dan yana kullandım.. Balcon, alt kısımda hafif deniz kenarını andıran, tipik Çamlıca tablosu.. Sevilen Akçabat Köftesi, buzlu cola'sı ve koalisyonu tamamlayan sigarası..
Kesinlikle muhteşemdi..
Son saatlerimi, bence en iyi şekilde kullanmış oldum..
Şimdi, veda hutbemi yazmak üzere Geniş Aile'yi bırakıp masa başına oturdum..
Ayda bir filan girerim belki.. 1 saat, içimde dolanları yazarım..
Ama kesinlikle 1 sene boyunca gündeme, gazetelere, felsefenin, siyasetin ve her türlü tartışmanın tadını erteliyorum..
Hoşçakal Engin ağabey..
Ahmet Hakan, Ahmet Altan, Ayşe Arman..
Hıncal Uluç, Mehmet Barlas ağabey..
Emre Aköz, Rasim Kütahyalı, Erdal Şafak..
Orhan Pamuk, Kemal Tahir, Orhan Kemal, R.Şahin..
Montaigne, Shekspeare, Dawkins, Rewill, Dwein, Marx, Nietzsche, İlber Ortaylı, Murat Bardakçı..
Hepiniz hoşçakalın..
Artık ne gündemle uğraşacağım..
Ne liberalizmi savunmak, anti-demokratlara saldırmak olacak aklımda..
Sadece 0/0 belirsizlikleri, linyitin çıkarıldığı yerler filan olacak problemlerim, tartışmalarım..
hop!
dizi başlıyor.. şimdilik elvada herkese..
öpüldünüz!
15 Ağustos 2009 Cumartesi
İkna oldu
Ceza verilmesi demokrasi dışı olabilir, lafım yoktur.
Ceza verilmesi demokratik ilerleme değil, kısasa kısas yada eşitlik falandır..
Bu cümleyi kurması, demokrat olmayan birinin demokrasiye el uzatmadığını gösterir..
İkna olmuş sonunda..
mutlu kal Türkiye.
Ceza verilmesi demokratik ilerleme değil, kısasa kısas yada eşitlik falandır..
Bu cümleyi kurması, demokrat olmayan birinin demokrasiye el uzatmadığını gösterir..
İkna olmuş sonunda..
mutlu kal Türkiye.
14 Ağustos 2009 Cuma
Osuruktan teyyare

Geçenlerde RTÜK 'darbe yanlısı' yayın yaptığı gerekçesiyle CNN Türk kanalına ceza verdi. Çokta iyi oldu, doğrusu da budur.
Bu Türkiye'nin geliştiğini, farklılaştığını açıkca göstermektedir. Türkiye 'demokrasi'nin nimetlerinden faydalanmaya doğru emin adımlarla ilerliyor.
Demokrasiyi çiğnemeye yönelik hareketi övmek, çok demokratik bir hareket di'mi?
Öncelikle ülkemiz hakkında konuştuğumuzu hatırlatmak istiyorum sana.
ihi.
13 Ağustos 2009 Perşembe
Demokrasi dersi
Açıklaması çok kısa..
Demokrasi, kendi aleyhine bir düşünce bile olsa, o düşüncenin anlatılmasını, provake edilmesini serbest kılan, özgür bir ortam yaratan sistemdir.
Dolayısıyla, 'darbe dönemi övülebilir' diyen birini, demokrasi cezalandırmaz. Bu demokrasi değil, diktatörlüktür.
Ayrıca, ben sana demokratsın falan da demedim, zaten 'darbe yanlısı yayın yaptığı gerekçesiyle CNN Türk kanalına ceza verdi. Çokta iyi oldu, doğrusu da budur.' diyen adamdan demokrat falan olmaz, saygım da var.
Ama kalkıp da bu cezaya 'demokratikleşme yolunda iyi bir ilerleme' demek, bu haberi konu yaparken demokrasiden bahsetmek, demokrasi bilmediğini gösteriyor sadece.
(mandela'yı yazıp araştırırken, demokrasiye de baksaydın keşke.)
Demokrasi, kendi aleyhine bir düşünce bile olsa, o düşüncenin anlatılmasını, provake edilmesini serbest kılan, özgür bir ortam yaratan sistemdir.
Dolayısıyla, 'darbe dönemi övülebilir' diyen birini, demokrasi cezalandırmaz. Bu demokrasi değil, diktatörlüktür.
Ayrıca, ben sana demokratsın falan da demedim, zaten 'darbe yanlısı yayın yaptığı gerekçesiyle CNN Türk kanalına ceza verdi. Çokta iyi oldu, doğrusu da budur.' diyen adamdan demokrat falan olmaz, saygım da var.
Ama kalkıp da bu cezaya 'demokratikleşme yolunda iyi bir ilerleme' demek, bu haberi konu yaparken demokrasiden bahsetmek, demokrasi bilmediğini gösteriyor sadece.
(mandela'yı yazıp araştırırken, demokrasiye de baksaydın keşke.)
Çakma demokrat
RTÜK Cnn'e 'darbe yanlısı haber yaptığı için' ceza vermiş.. Bazı demokrat geçinenler 'iyi oldu' falan diyorlar, iki yüzlü davranıyorlar..
Cnn'e verilen ceza, yanlış ve demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir tavırdır. Demokrasi, yalnızca demokratları desteklemek, yalnızca demokrasi lehtarlığını yapmak değildir, bunun adı olsa olsa diktatörlüktür.
Demokrasinin mücadelesi zaten 'oy kullanma serbestliği' kadar basit değildir, demokrasi daime 'düşünceleri serbestçe dile getirebilme' amacı güder..
Nazım Hikmet'i, Ziya Gökalp'i, Atsız'ı, F.Gülen'i aynı anda okutabilen sistem demokrasidir.. Ak Parti'nin, CHP'nin, cuntanın, sosyalizmin, faşizmin propagandasının yapılabildiği sistem demokrasidir...
Darbe yanlısına, darbe yanlısı haber yayına ceza vermek, demokratlık değildir...
dediğin gibi: 'Demokratik bir ülke ise burası, 'eyvallah' demeyi bileceksiniz. İşinize gelince değil, her zaman demokratik olmak zorundayız.'
Cnn'e verilen ceza, yanlış ve demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir tavırdır. Demokrasi, yalnızca demokratları desteklemek, yalnızca demokrasi lehtarlığını yapmak değildir, bunun adı olsa olsa diktatörlüktür.
Demokrasinin mücadelesi zaten 'oy kullanma serbestliği' kadar basit değildir, demokrasi daime 'düşünceleri serbestçe dile getirebilme' amacı güder..
Nazım Hikmet'i, Ziya Gökalp'i, Atsız'ı, F.Gülen'i aynı anda okutabilen sistem demokrasidir.. Ak Parti'nin, CHP'nin, cuntanın, sosyalizmin, faşizmin propagandasının yapılabildiği sistem demokrasidir...
Darbe yanlısına, darbe yanlısı haber yayına ceza vermek, demokratlık değildir...
dediğin gibi: 'Demokratik bir ülke ise burası, 'eyvallah' demeyi bileceksiniz. İşinize gelince değil, her zaman demokratik olmak zorundayız.'
12 Ağustos 2009 Çarşamba
Ara mı versek?
Öss, yok, pardon, YGS-LYS senem bu sene, ne yapıcaz, ne edicez, dayanabilicez mi derken, pat diye içine atladık bile ateşin...
Bu yüzden bir süreliğine, tüm dünyaya kapatacağım gözlerimi...
Ara vereciğim bir yıl...
Televizyonlar, bilgisayarlar, oyunlar, telefonlar, gezmeler-tozmalar.. geyikler toptan olmayacak bir sene..
Türkiye gündemine de ara vereceğim, her sabah Sabah-Taraf alıp 'ilk ben okıycam!' kavgası bile yapmayacağım artık..
Artık Engin Ardıç'a bile ara vericem..
Salt bir sene yahu, çok mu?..
Daha daha sonra?..
Sınavdan çıktığım an be an...
Hayal değil, programım bellidir..
Önce sınav kontrolü..
Dersanede ağlamalar, zırlamalar, sevgi sıçmalar gözyaşlarıyla..
Sonra...
2 saat 'bir'imle..
Geceye kadar en sevdiğim 3'lümle..
Ve gece..
Can'la hoplayıp zıplayarak, ıslanarak yapılacak eğlenceli faaliyet için Çırağan Palace, Kempinski..
(deve-cüce olamaz mı? trambolin? yüzme? olur, olabilir.)
Ve her gece, güneş doğmadan uyumamak yeminleriyle acısını çıkarıcam bir senenin..
Sonuçlar, tercihler..
Sonrasında tatil..
Herkese sözüm olduğu için, birçok yere de gidicem haliyle..
Amcam ve Bekir ve Ben..
Can ve istedikleri..
Seyit-Hamza ve istedikleri..
Talha ve istediğim..
Ben ve istediğim..
Siz ve istedikleriniz..
Devlet Bahçeli'yle falan bile tatil yapıp eğlenebilirim yau..
Şimdi oruca girmeme yalnızca bir kaç gün kaldı, son günlerim blogumda da.. Vedadan önce hayalleri, sevinçleri ve motiveleri yazmak istedim, yazdım.
ihi.
Bu yüzden bir süreliğine, tüm dünyaya kapatacağım gözlerimi...
Ara vereciğim bir yıl...
Televizyonlar, bilgisayarlar, oyunlar, telefonlar, gezmeler-tozmalar.. geyikler toptan olmayacak bir sene..
Türkiye gündemine de ara vereceğim, her sabah Sabah-Taraf alıp 'ilk ben okıycam!' kavgası bile yapmayacağım artık..
Artık Engin Ardıç'a bile ara vericem..
Salt bir sene yahu, çok mu?..
Daha daha sonra?..
Sınavdan çıktığım an be an...
Hayal değil, programım bellidir..
Önce sınav kontrolü..
Dersanede ağlamalar, zırlamalar, sevgi sıçmalar gözyaşlarıyla..
Sonra...
2 saat 'bir'imle..
Geceye kadar en sevdiğim 3'lümle..
Ve gece..
Can'la hoplayıp zıplayarak, ıslanarak yapılacak eğlenceli faaliyet için Çırağan Palace, Kempinski..
(deve-cüce olamaz mı? trambolin? yüzme? olur, olabilir.)
Ve her gece, güneş doğmadan uyumamak yeminleriyle acısını çıkarıcam bir senenin..
Sonuçlar, tercihler..
Sonrasında tatil..
Herkese sözüm olduğu için, birçok yere de gidicem haliyle..
Amcam ve Bekir ve Ben..
Can ve istedikleri..
Seyit-Hamza ve istedikleri..
Talha ve istediğim..
Ben ve istediğim..
Siz ve istedikleriniz..
Devlet Bahçeli'yle falan bile tatil yapıp eğlenebilirim yau..
Şimdi oruca girmeme yalnızca bir kaç gün kaldı, son günlerim blogumda da.. Vedadan önce hayalleri, sevinçleri ve motiveleri yazmak istedim, yazdım.
ihi.
11 Ağustos 2009 Salı
Nefret kusan yazı #3
Türkiye Cumhuriyet'i, iki korku ve nefretle büyütmüştür çocuklarını: Kürtler ve Aleviler...
Çok garipsiyorum, çok tiksiniyorum ve nefret ediyorum bu korkudan, korkanlardan ve devlet içinde sıkı bir bağışıklık varmış gibi yapanlardan...
Pardon yahu, zaten var bu bağışıklık...
Adam kalkmış diyor ki: "Resmen özerklik verdik Kürtlere, iyi mi? Bu böyle giderse Aleviler filan da açılım isteyecek... Sonu yok bu işin..."
Olsun mu sonu?
Olmasın...
Köküne kadar alsın Kürt-Alevi kesimi...
Kürtler kürtçe konuşsun, yazsın, okusun; Aleviler baskı olmadan cemevlerinde ibadetini yapsın, geleneğini istediği gibi uygulasın...
Kürtçe konuşan kadınların, çocukların, İstanbul çocuklarının devrim gibi amaçları falan da yoktur, korkmasın kimse...
Yada Aleviler Hz.Muhammed'e Cebrail'in 'yanlışıkla' geldiğine falan da inanmıyorlar...
Hz.Ali'yi peygamber, ve hatta Allah'ın oğlu olarak da görmüyorlar, hayatında bir kez Ali Şeriati'den, Humeyni'den, Buhrani'den filan siyer okumamış cahil cühelalar yazıyor, çiziyor, konuşuyor bunları...
Kürtlere verilen en doğal 'hak'kı özerklik görenler faşisttir...
Alevilere yoldan çıkmış, cehennemlik hükmü veren de cehennemin en dip kazığında basuruyla oynaşıyordur...
Var mı daha açığı?..
* * *
Bir başka konu, RTE...
Oy kaybetmek ve iktidarını devretmek uğruna girişmiştir bu açılıma, bugünki konuşmasını da lütfen izleyin mecliste...
Ağlattı herkesi...
2001 de herkes 'eski şeriatçıdan liberal olur mu' diye soruyordu...
Gördük, bal gibi oluyormuş... O eski hırçın, Kasımpaşalı, ve dindar ağzını bozmayarak liberalizmi tanımıştır RTE...
Ellerinden öpüyor, sevgilerimi yolluyorum abime...
Çok garipsiyorum, çok tiksiniyorum ve nefret ediyorum bu korkudan, korkanlardan ve devlet içinde sıkı bir bağışıklık varmış gibi yapanlardan...
Pardon yahu, zaten var bu bağışıklık...
Adam kalkmış diyor ki: "Resmen özerklik verdik Kürtlere, iyi mi? Bu böyle giderse Aleviler filan da açılım isteyecek... Sonu yok bu işin..."
Olsun mu sonu?
Olmasın...
Köküne kadar alsın Kürt-Alevi kesimi...
Kürtler kürtçe konuşsun, yazsın, okusun; Aleviler baskı olmadan cemevlerinde ibadetini yapsın, geleneğini istediği gibi uygulasın...
Kürtçe konuşan kadınların, çocukların, İstanbul çocuklarının devrim gibi amaçları falan da yoktur, korkmasın kimse...
Yada Aleviler Hz.Muhammed'e Cebrail'in 'yanlışıkla' geldiğine falan da inanmıyorlar...
Hz.Ali'yi peygamber, ve hatta Allah'ın oğlu olarak da görmüyorlar, hayatında bir kez Ali Şeriati'den, Humeyni'den, Buhrani'den filan siyer okumamış cahil cühelalar yazıyor, çiziyor, konuşuyor bunları...
Kürtlere verilen en doğal 'hak'kı özerklik görenler faşisttir...
Alevilere yoldan çıkmış, cehennemlik hükmü veren de cehennemin en dip kazığında basuruyla oynaşıyordur...
Var mı daha açığı?..
* * *
Bir başka konu, RTE...
Oy kaybetmek ve iktidarını devretmek uğruna girişmiştir bu açılıma, bugünki konuşmasını da lütfen izleyin mecliste...
Ağlattı herkesi...
2001 de herkes 'eski şeriatçıdan liberal olur mu' diye soruyordu...
Gördük, bal gibi oluyormuş... O eski hırçın, Kasımpaşalı, ve dindar ağzını bozmayarak liberalizmi tanımıştır RTE...
Ellerinden öpüyor, sevgilerimi yolluyorum abime...
Delirmek ister misin bebee?
Sorular ve sorgular dışında delirten hiçbir şey yok şu 'mınakodum' hayatında. Eveet, eveet...
Sen doğmadan önce bir dünya olduğunu bana kanıtlayabilir misin? Ya herşey seninle başladıysa, bu evren senin için yaratılmışsa ve herkesin ayrı bir evreni varsa?..
Uyuduğun zaman başka bir bedende olmadığına ne kadar eminsin? Sabahlara nasıl geldiğini anlıyor musunki?
Dejavu'ya ne diyorsun? Benzetme mi? Yada, niçin 'ben bu anı yaşadım' dedikten hemen sonra, sanki beyninde biri 'hasiktir anladı' der gibi oluyor da, sen birden unutuveriyorsun...
Seni ve evreni yaratan, şu anda ne ile meşgul?
Bir peygamberin eşcinsel olma ihtimalini hiç düşündün mü? Öyle olsaydı, eşcinsellik 'ayıp' olur muydu?
Sen aslında hiç olmasaydın, sen olarak ne yapardın? Düşünebilir miydin?
Ahirette inandığın din dışında bir dinin 'hak din' olduğunu öğrensen tepkin ne olurdu? Yada inandığın dinde, kafirlere açıklama izni var mı? Aynı durumda olsan, ne yapardın diyorum?
Seks bir ihtiyaç olmasaydı insanoğlu nasıl ürerdi?
bu saçma yazıyı okumasan vaktini hangi saçma şeyle harcamak isterdin?
ki böyle bi seçeneğin kalmadı artık.
mutlu kal türkiye..
Sen doğmadan önce bir dünya olduğunu bana kanıtlayabilir misin? Ya herşey seninle başladıysa, bu evren senin için yaratılmışsa ve herkesin ayrı bir evreni varsa?..
Uyuduğun zaman başka bir bedende olmadığına ne kadar eminsin? Sabahlara nasıl geldiğini anlıyor musunki?
Dejavu'ya ne diyorsun? Benzetme mi? Yada, niçin 'ben bu anı yaşadım' dedikten hemen sonra, sanki beyninde biri 'hasiktir anladı' der gibi oluyor da, sen birden unutuveriyorsun...
Seni ve evreni yaratan, şu anda ne ile meşgul?
Bir peygamberin eşcinsel olma ihtimalini hiç düşündün mü? Öyle olsaydı, eşcinsellik 'ayıp' olur muydu?
Sen aslında hiç olmasaydın, sen olarak ne yapardın? Düşünebilir miydin?
Ahirette inandığın din dışında bir dinin 'hak din' olduğunu öğrensen tepkin ne olurdu? Yada inandığın dinde, kafirlere açıklama izni var mı? Aynı durumda olsan, ne yapardın diyorum?
Seks bir ihtiyaç olmasaydı insanoğlu nasıl ürerdi?
bu saçma yazıyı okumasan vaktini hangi saçma şeyle harcamak isterdin?
ki böyle bi seçeneğin kalmadı artık.
mutlu kal türkiye..
9 Ağustos 2009 Pazar
En saf hayranlık
En saf hayranlık, henüz çocukken sevdiğiniz kişide oluyor.. Bugün çok güldüğüm bi olay geldi yine aklıma, hoşuma gitti...
İlköğretimde hoşlandığım, güzelliğine hayran olduğum biri, koro seçmelerine katılıyor..
Seçilmeden geri geliyordu..
Ve ben şaşırıyordum, 'nasıl olur?' diyordum, 'güzel sesi yok muymuş!'...
Ben aklımda o kadar mükemmel, kusursuz bir tanrıça yaratmıştım ki, o kişinin sesinin kötü olmasına ihtimal bile vermiyormuşum..
Ne kadar saf, masum ve çocuksu bir hayranlık..
Hoşuma gitti...
ihi.
İlköğretimde hoşlandığım, güzelliğine hayran olduğum biri, koro seçmelerine katılıyor..
Seçilmeden geri geliyordu..
Ve ben şaşırıyordum, 'nasıl olur?' diyordum, 'güzel sesi yok muymuş!'...
Ben aklımda o kadar mükemmel, kusursuz bir tanrıça yaratmıştım ki, o kişinin sesinin kötü olmasına ihtimal bile vermiyormuşum..
Ne kadar saf, masum ve çocuksu bir hayranlık..
Hoşuma gitti...
ihi.
Üniversiteli Tayfun ve Maceraları #2
Niçin nefes alma gereksinimi duymuyorum ve kendime cimcik attığımda canım acımıyor? Tanrım, niçin uzun zamandır acıkmıyor, susamıyor, bir kadını yahut sigara arzulamıyorum? Felç mi oldum, kendimden mi geçtim? Alim falan da olamayacağıma göre, bu bi tür felç falan heralde. Ama niçin tüm tanıdıklarım evimde, ve hiçbiri beni göremiyor?
Onlara bir kötülük ettim de, beni görmezlikten mi geliyorlar?..
Ve annem çığlık çığlığa ağlıyor... Niçin Tanrı'm?.. Nerdeyim ben, hangi boyuttayım ve niçin ben buradayken, bedenim çırılçıplak bir halde, babam tarafından yıkanıyor?..
Ben, ben sanırım öldüm. Evet, öldüm.. Ama aslında hala yaşıyorum.. Çünkü hala görüyor, koku alıyorum..
Ama kimse beni göremiyor...
Peki ya hesap?.
Tanrı var, peygamber var, kitap var, sevep-günah var?..
Güzel oldu aslında ölmem, tüm ömrüm boyunca kafa yorduğum Tanrı'nın ismi, peygamberlerin dürüst mü sahtekar mı olduğu düşüncesi...
Hepsi geride kaldı artık...
Pek yakında karşıma çıkacak Tanrı, ve ben de ona sorularımı sorabileceğim. Beni muhattab almasa bile, yapılan muameleden öğrenebilirim kimin olduğunu, neyin nesi olduğunu...
Bir çok adam şimdi tabutumun başına geçti, evet yahu, ben sahiden ölmüşüm!.. Nasıl, ne şekilde oldu, bilmiyorum, hatırlamıyorum...
Sen yok musun Cahit Sıtkı...
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?..
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali; o musalla taşında...
Şimdi herkes benim musalla taşımda, herkes ölü bedenime odaklanmış ve benim için namaza duruyorlar.. Bir namazlık bir saltanat sunuyorlar bana, görmeyen gözlerim, duymayan kulaklarım, dokunamayan bedenimin önünde...
Doğru mu yaptıkları?..
Ben, müslüman değildim ki... Doğru mu bu yaptıkları?..
Sonuç değişecek mi sanki, rahum var, ve farklı bir boyutta, sıcaklığını bile hissemediğim bir cehennemi bekliyorum...
Ama belki...
Anlatılan hikayedeki orospu gibi, evimde beslediğim köpeğe su verdiğim için günahlarım affedilir..
Seks hayatım, içkilerim, arkadan konuşmalarım ve hatta Tanrı'ya hakaretlerim, yok sayılır; kim bilir?..
(.........)
Onlara bir kötülük ettim de, beni görmezlikten mi geliyorlar?..
Ve annem çığlık çığlığa ağlıyor... Niçin Tanrı'm?.. Nerdeyim ben, hangi boyuttayım ve niçin ben buradayken, bedenim çırılçıplak bir halde, babam tarafından yıkanıyor?..
Ben, ben sanırım öldüm. Evet, öldüm.. Ama aslında hala yaşıyorum.. Çünkü hala görüyor, koku alıyorum..
Ama kimse beni göremiyor...
Peki ya hesap?.
Tanrı var, peygamber var, kitap var, sevep-günah var?..
Güzel oldu aslında ölmem, tüm ömrüm boyunca kafa yorduğum Tanrı'nın ismi, peygamberlerin dürüst mü sahtekar mı olduğu düşüncesi...
Hepsi geride kaldı artık...
Pek yakında karşıma çıkacak Tanrı, ve ben de ona sorularımı sorabileceğim. Beni muhattab almasa bile, yapılan muameleden öğrenebilirim kimin olduğunu, neyin nesi olduğunu...
Bir çok adam şimdi tabutumun başına geçti, evet yahu, ben sahiden ölmüşüm!.. Nasıl, ne şekilde oldu, bilmiyorum, hatırlamıyorum...
Sen yok musun Cahit Sıtkı...
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?..
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali; o musalla taşında...
Şimdi herkes benim musalla taşımda, herkes ölü bedenime odaklanmış ve benim için namaza duruyorlar.. Bir namazlık bir saltanat sunuyorlar bana, görmeyen gözlerim, duymayan kulaklarım, dokunamayan bedenimin önünde...
Doğru mu yaptıkları?..
Ben, müslüman değildim ki... Doğru mu bu yaptıkları?..
Sonuç değişecek mi sanki, rahum var, ve farklı bir boyutta, sıcaklığını bile hissemediğim bir cehennemi bekliyorum...
Ama belki...
Anlatılan hikayedeki orospu gibi, evimde beslediğim köpeğe su verdiğim için günahlarım affedilir..
Seks hayatım, içkilerim, arkadan konuşmalarım ve hatta Tanrı'ya hakaretlerim, yok sayılır; kim bilir?..
(.........)
8 Ağustos 2009 Cumartesi
Bağırıııın, bağırıııın..
Şu anda (dün akşam) müthiş bir yemekten dönüyorum, yer yine Tarabya'da, aynı yer.. Balkon kısmında yemeğe oturduk; menüler, yemekler, içecekler falan...
Herşey çok güzel, çok hoş... Derken aşağıda iki-üç dilenci dikildi, durdu, yukarı baktılar, ve biri bağırmaya başladı: 'Bize de şarap! Biz de ayyaşız!..'
Şaşırmadım, korktum ilk başta...
Sonra gülmeye başladım...
Restorandaki 'security' gitti ikisinin yanına, el işaretiyle 'siktirin lan' dedi, adamlar gitmedi, adım adım geldiler...
'N'oldu ulan orospu çocuğu, zoruna mı gitti?' dedi bir dilenci...
Ve arkadan bir işçi... İnşaat işçisi, amele geldi...
'Bağırın' dedi... 'Bağırın! Hakkınız sizin şarap!..'
Baktı bizimkiler adamlar normal değil, kafayı bulmuşlar, orta yol bulmaya çalıştılar, konuşmaya, işi halletmeye çalıştılar..
Polis çağırırız diyorlar, çağır diyor adamlar..
Kaybedecek neleri var? Hiçbir şeyleri...
Hapis, cennet onlara... Bedava yemek, yatak, banyo, bol bol arkadaş...
Bağrışmalar devam etti, 'şarap istiyoruz! hakkımız!..'
Sanırsın adamlar dilenci değil, devrimci abiler.. Paramız yok diye şarap mı içemeyeciz diyorlar, polisten, dayaktan, halktan korkmuyorlar, çekinmiyorlar...
Hemen yan masada amcam ve sözlüsü, ikimiz kalktık, konuştuk, biz de bir sapıklık yaptık...
Ve...
Adamlara şarap ısmarlamaya karar verdik...
Masada değil tabiki, parasını biz verecektik, onlar çıkıp içecekti...
Garsonu çağırdık, durumu anlattık, 'yok efendim' dedi, ne münasebet, arkadaşlar şimdi rahatsızlığa son verecek...
Olsun dedik, dediğimiz dedik, bu adamlar bugün içki içecek, o kadar.. 95'lik kırmızı angora, öyle ateş pahası falan da değildi, uygundu...
Gönderdik garsonu, ve zaten arap saçına dönmüş giriş bölümüne bir de elinde bir şişe angorayla garson girince, şaşırdı herkes... Keza dilenciler de...
Aldılar şişeyi, hiçbir şey demeden yürümeye başladılar, 'hakkınız!' diyordu hala amele, 'bağırın hep, hep bağırın amına koyim!..'
Şimdi ben o 3 emekçi insanı da saygıyla anıyorum, onlar farkında olmasalarda müthiş bir anarşi var içlerinde...
Her yiğidin harcı değil o hareketler, hakaretler, korkusuzluklar...
Ah, gerçi, öyle ya.. Adamların kaybedecek neleri vardı ki?..
Öyleyse, ben de arkadanızdayım abilerim, bağırın hep, hep bağırın...
Herşey çok güzel, çok hoş... Derken aşağıda iki-üç dilenci dikildi, durdu, yukarı baktılar, ve biri bağırmaya başladı: 'Bize de şarap! Biz de ayyaşız!..'
Şaşırmadım, korktum ilk başta...
Sonra gülmeye başladım...
Restorandaki 'security' gitti ikisinin yanına, el işaretiyle 'siktirin lan' dedi, adamlar gitmedi, adım adım geldiler...
'N'oldu ulan orospu çocuğu, zoruna mı gitti?' dedi bir dilenci...
Ve arkadan bir işçi... İnşaat işçisi, amele geldi...
'Bağırın' dedi... 'Bağırın! Hakkınız sizin şarap!..'
Baktı bizimkiler adamlar normal değil, kafayı bulmuşlar, orta yol bulmaya çalıştılar, konuşmaya, işi halletmeye çalıştılar..
Polis çağırırız diyorlar, çağır diyor adamlar..
Kaybedecek neleri var? Hiçbir şeyleri...
Hapis, cennet onlara... Bedava yemek, yatak, banyo, bol bol arkadaş...
Bağrışmalar devam etti, 'şarap istiyoruz! hakkımız!..'
Sanırsın adamlar dilenci değil, devrimci abiler.. Paramız yok diye şarap mı içemeyeciz diyorlar, polisten, dayaktan, halktan korkmuyorlar, çekinmiyorlar...
Hemen yan masada amcam ve sözlüsü, ikimiz kalktık, konuştuk, biz de bir sapıklık yaptık...
Ve...
Adamlara şarap ısmarlamaya karar verdik...
Masada değil tabiki, parasını biz verecektik, onlar çıkıp içecekti...
Garsonu çağırdık, durumu anlattık, 'yok efendim' dedi, ne münasebet, arkadaşlar şimdi rahatsızlığa son verecek...
Olsun dedik, dediğimiz dedik, bu adamlar bugün içki içecek, o kadar.. 95'lik kırmızı angora, öyle ateş pahası falan da değildi, uygundu...
Gönderdik garsonu, ve zaten arap saçına dönmüş giriş bölümüne bir de elinde bir şişe angorayla garson girince, şaşırdı herkes... Keza dilenciler de...
Aldılar şişeyi, hiçbir şey demeden yürümeye başladılar, 'hakkınız!' diyordu hala amele, 'bağırın hep, hep bağırın amına koyim!..'
Şimdi ben o 3 emekçi insanı da saygıyla anıyorum, onlar farkında olmasalarda müthiş bir anarşi var içlerinde...
Her yiğidin harcı değil o hareketler, hakaretler, korkusuzluklar...
Ah, gerçi, öyle ya.. Adamların kaybedecek neleri vardı ki?..
Öyleyse, ben de arkadanızdayım abilerim, bağırın hep, hep bağırın...
7 Ağustos 2009 Cuma
Yağmur
Rahmet denecek kadar banal da değildir..
Yağmur; yücedir, ıslaktır, cazibeli ve her daim azizdir.. Söylenişini de, kızım olursa adını Yağmur koyacak kadar sevmekteyim kendilerinin..
Yağmur yağmadan önce hafif bir gölgelenme başlar, daha sonra hafif bir esinti, sarılık ve ilk damlalar..
Bir daha ve daha hızlı..
Toprağa inişiyle yaydığı harika toprak kokusu, yağmurun öz parfümü..
Yağmura yakalanmak, yağdığı zaman bir sigara ve müziğinizle ıslanmak, yada sadece yağmurun sesiyle yazı, şiir yazmak..
Her anı tutku dolu, her anı çekici ve hatıralarla doludur, herkes için..
Güneşi görür gibi oldum
Milliyetçilik; ait olduğunu milliyeti savunmak, benimsemek, üstün görmek.. Erimektedir ve eriyerek can verecektir.
Türk-Kürt kalmayacaktır artık ve ortak bir 'Türkiyeli' kavramı yaratılacaktır. Zamanı geldiğinde de bu kavram yerini Avrupalı'ya bırakacaktır.
Osmanlı, Türk İmparatorluğu diye anılmaktan çıkacak, Osmanlı olduğu kabul edilecektir. Faşist empozesi yapar gibi de, ilkçağ Türkleri falan işlenmeyecektir ortaöğretimlerde.
Ne mutlu Türk'üm diyene, söylenmeyecek, zorla söyletilmeyecektir.
Pazartesi-Cumaları İstiklal Marşı söylenmeyecektir, ve artık her sabah andımız okunmayacak, sabi sübyana faşist yemini ettirilmeyecektir.
Eğitimde bir devrim gerçekleştirilecek; 1938 sonrası da anlatılacaktır.
PKK kökten kendini eritecektir, çünkü artık Kürtçe şarkı, kitap, üniversitede serbest olacak, ikinci bir ana dil olarak kullanılacaktır.
MHP kapatılacaktır, CHP as sola dönecek, yerini SHP'ye bırakacaktır.
güneşi görür gibi oldum, biz ölmeden görebilsek keşke.
Türk-Kürt kalmayacaktır artık ve ortak bir 'Türkiyeli' kavramı yaratılacaktır. Zamanı geldiğinde de bu kavram yerini Avrupalı'ya bırakacaktır.
Osmanlı, Türk İmparatorluğu diye anılmaktan çıkacak, Osmanlı olduğu kabul edilecektir. Faşist empozesi yapar gibi de, ilkçağ Türkleri falan işlenmeyecektir ortaöğretimlerde.
Ne mutlu Türk'üm diyene, söylenmeyecek, zorla söyletilmeyecektir.
Pazartesi-Cumaları İstiklal Marşı söylenmeyecektir, ve artık her sabah andımız okunmayacak, sabi sübyana faşist yemini ettirilmeyecektir.
Eğitimde bir devrim gerçekleştirilecek; 1938 sonrası da anlatılacaktır.
PKK kökten kendini eritecektir, çünkü artık Kürtçe şarkı, kitap, üniversitede serbest olacak, ikinci bir ana dil olarak kullanılacaktır.
MHP kapatılacaktır, CHP as sola dönecek, yerini SHP'ye bırakacaktır.
güneşi görür gibi oldum, biz ölmeden görebilsek keşke.
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Zina ve Namus
Zina, 'bilinen yönüyle' evlilik dışı sekstir, ama tabii 'içi' bu kadar basit değildir..
Göz zinası, dil zinası, beden zinası.. Örneğin işin 'yiyişme' boyutu da zinadır, ve hatta bazı kesime göre 'bakışma' kısmı da..
Kadının saçına bakılması da zinadır..
Erkeğin diz kapağına bakılması da..
Aynı zırva..
Zinadan kaçının denir bildiğim kadarıyla Kur'an'da, ancak içeriğini araştırmadım, salt duyduklarımı aktarıyorum o yüzden..
'Ben' boyutu değil..
Namus?
Hemen tek soru akla gelen; kadın üstüne düşünürsek, namus iki bacak arasında mıdır?..
Orada da değilse nerdedir?..
Evlilik bağı olmadan zinaya karışan kadın mı namussuzdur?..
İşte şimdi işin 'ben' boyutuna girebiliriz, zina ve namus kalıpları için..
Biiir...
Kadının namusu bekareti değildir, eğer bekaretiyse namus denen kalıp ve bu derece önemliyse bekaret, tecavüze uğrayan her kadın namussuz olur..
Ki bu genelleme bizi olağanüstü bir cehalete sürükler..
İkiii...
Seks denilen gerçeklik, yalnızca erkeğin zevk aldığı, ihtiyaç duyduğu bir birleşme değildir.. Kadının en azından 9 kat daha fazla zevk aldığı, orgazmı daha geç ve daha zevkli yaşadığı bir olgudur..
Bu zevki ilk defa yaşayan kadın, yada sürekli yaşayan kadın da namussuz olamaz, erkek namussuz olmayacağı gibi..
Üüüüç...
Eğer dini boyutuyla bakarsak.. Namus gelenektir; zina, manevidir..
Zaten gelenekleri yavaş yavaş ve tamamiyle üstümüzden siliyoruz, silmeye de devam edeceğiz gereksiz tabuları..
Ancak dini boyuta indiğimizde, evlilik dışı seksi, sevişmeyi yahut birlikteliği 'günah' olarak masaya koyuyorlar..
Bizse, ne bu birleşmeyi gerçekleştirmemeyi tercih edenlere 'gerici' deme haddine sahibiz, ne de gerçekleştirmeyi tercih edenlere 'namussuz, zinakar' gibi kalıplar takma haddine sahibiz..
Çünkü en özel tercihtir, hayat tarzıdır, karakterdir.. En özelin değerlendirmesini yapmak, kimsenin sorumluluğunda değildir..
Kişi, kendi istediği sürece namussuz, zinakardır yada gericidir.. Bekaretini ve vücudunu paylaştığı, yada paylaşmadığı için değil..
Göz zinası, dil zinası, beden zinası.. Örneğin işin 'yiyişme' boyutu da zinadır, ve hatta bazı kesime göre 'bakışma' kısmı da..
Kadının saçına bakılması da zinadır..
Erkeğin diz kapağına bakılması da..
Aynı zırva..
Zinadan kaçının denir bildiğim kadarıyla Kur'an'da, ancak içeriğini araştırmadım, salt duyduklarımı aktarıyorum o yüzden..
'Ben' boyutu değil..
Namus?
Hemen tek soru akla gelen; kadın üstüne düşünürsek, namus iki bacak arasında mıdır?..
Orada da değilse nerdedir?..
Evlilik bağı olmadan zinaya karışan kadın mı namussuzdur?..
İşte şimdi işin 'ben' boyutuna girebiliriz, zina ve namus kalıpları için..
Biiir...
Kadının namusu bekareti değildir, eğer bekaretiyse namus denen kalıp ve bu derece önemliyse bekaret, tecavüze uğrayan her kadın namussuz olur..
Ki bu genelleme bizi olağanüstü bir cehalete sürükler..
İkiii...
Seks denilen gerçeklik, yalnızca erkeğin zevk aldığı, ihtiyaç duyduğu bir birleşme değildir.. Kadının en azından 9 kat daha fazla zevk aldığı, orgazmı daha geç ve daha zevkli yaşadığı bir olgudur..
Bu zevki ilk defa yaşayan kadın, yada sürekli yaşayan kadın da namussuz olamaz, erkek namussuz olmayacağı gibi..
Üüüüç...
Eğer dini boyutuyla bakarsak.. Namus gelenektir; zina, manevidir..
Zaten gelenekleri yavaş yavaş ve tamamiyle üstümüzden siliyoruz, silmeye de devam edeceğiz gereksiz tabuları..
Ancak dini boyuta indiğimizde, evlilik dışı seksi, sevişmeyi yahut birlikteliği 'günah' olarak masaya koyuyorlar..
Bizse, ne bu birleşmeyi gerçekleştirmemeyi tercih edenlere 'gerici' deme haddine sahibiz, ne de gerçekleştirmeyi tercih edenlere 'namussuz, zinakar' gibi kalıplar takma haddine sahibiz..
Çünkü en özel tercihtir, hayat tarzıdır, karakterdir.. En özelin değerlendirmesini yapmak, kimsenin sorumluluğunda değildir..
Kişi, kendi istediği sürece namussuz, zinakardır yada gericidir.. Bekaretini ve vücudunu paylaştığı, yada paylaşmadığı için değil..
4 Ağustos 2009 Salı
Ayşe Arman müslüman mıymış?..

Arman dönmedir...
Sabetaycılardan, 'müslüman yahudisi'dir, kök olarak...
Ben demiyorum, Yalçın Küçük demiş, vikipedi'de yazmışlar vallahi.
Onların yalancısıyım...
Tabi biz işin 'kafatasçı' kısmını bir yana bırakıp, Arman'ın dedelerini değil, bizzat kendisini tanıyan biri olarak konuşalım...
Arman dinsizdir, inanç sahibidir yalnızca. Tanrı'ya var güzüyle inanır, yalnız Muhammed'e inanmaz..
Aracı aramıyorum der, deisttir...
bitti, bu kadardı.
mhp VE KÜRT SORUNU

Kürt sorunu ve demokratik çözümleri hakkında, şimdilik susma hakkımı kullanıyorum. Eğer materyal, demokrat, kalıcı bir çözüm çıkarsa, sonuna kadar arkasındayım elbette..
Fakat şu mhp...
Çok kızıyorlar ya hani faşistliğine, kabalığına, serseriliğine...
Bence kızmalarına gerek yok...
Hiç bir etkisi olamayacağı şöyle dursun, faşistliği de şööyle...
mhp'nin başka 'yolu' olmadığı için hiç olmadığı kadar kızgındır, anlamıyor musunuz? Kürt sorunu da çözülürse, Türk-Kürt ayrımı keskince yapılır ve toplum salt bir 'Türkiyeli' kavramı yaratır, bu Türkiyeli kavramı içinde mozaik ulusluğunu kabul ederse...
mhp kime seslenecektir?..
Seçim vaadi, kongreleri, mitingleri falan ne diye yapılacaktır?
'aah o eski faşist yıllarımız...' mı diyecektir çaresiz mhp?
Sorun çözüldükten sonra, Kürt milliyetçilerine karşı duran Türk milliyetçileri ne yapacaklardır?..
Hiçbir halt edemeyeceklerdir...
Davaları da bu yüzdendir..
Bir boka yaramayan parti sıfatları tescillenmesin diyedir tüm mücadeleleri...
Kızmayın onlara..
Hor görmeyin...
Biz yoktuk, ben vardım.
Kimse kimseye 'uymak' zorunda değil, bunu anlamak da zor değil... Her ilişkinin içinde de iki kişi mevcuttur, 'biz' diye bir şey yoktur...
Eğer bir biz yaratılmışsa, herşey 'ortak karar' zımbırtısıyla çözülüyorsa, 'kavga' olmuyorsa o ilişki ölmüştür... Ve ölen sadece ilişki de değildir, bir taraf karakterinden her daim taviz vermek zorunda kalmıştır...
Ben asla bu taraf olmam, karşımdakini de buna mecbur etmem. Olmuyorsa, olmuyordur.
Bu kadar basit.
Bu yüzden biz yoktuk, ben vardım.
Ezber kalıplarla bizi çıkarmasın kimse. Sıkıcı, banal, tiksindirici olma(yın)...
Basit, dedim ya.
Olmuyorsa, olmuyordur...
Eğer bir biz yaratılmışsa, herşey 'ortak karar' zımbırtısıyla çözülüyorsa, 'kavga' olmuyorsa o ilişki ölmüştür... Ve ölen sadece ilişki de değildir, bir taraf karakterinden her daim taviz vermek zorunda kalmıştır...
Ben asla bu taraf olmam, karşımdakini de buna mecbur etmem. Olmuyorsa, olmuyordur.
Bu kadar basit.
Bu yüzden biz yoktuk, ben vardım.
Ezber kalıplarla bizi çıkarmasın kimse. Sıkıcı, banal, tiksindirici olma(yın)...
Basit, dedim ya.
Olmuyorsa, olmuyordur...
2 Ağustos 2009 Pazar
Selahattin Yusuf'tan şizofren aşk
'bense gözlerimi kapattığımda, sen karanlıkta kalıyorsun.'
Şizofren bir aşk değil de, 'bencil' bir ilişkinin özeti bence bu İsmail Kılıçarslan'ın da dediği gibi.. Çünkü Doğu, hep bir 'sevgiliyi arayış' içindedir, kendini onun için feda eder, herşeyinden vazgeçer ve onu yüceltir..
Bu yüzden doğu şöyle der: 'sense gözlerini kapattığında, ben karanlıkta kalıyorum..'
Evet, doğu için, ulaşılamayacak olan sevgilinin gözleri de bir köprüdür çünkü sevgili, dokunulamayacak, sevişilemeyecek kadar yücedir..
Batı ise kendini üstün görürken sevgilinin mücadelesini, kendisine olan ihtiyacını anlatmıştır..
Bu dizeler de aslında buram buram batı kokmaktadır; doğu, artık sevgiliyle muhattab olmalıdır..
Ona dokunmalı, bazen aşağı görmeli, onunla okuyucuyu tahrik edecek kadar sevişmelidir dizelerinde...
Şizofren bir aşk değil de, 'bencil' bir ilişkinin özeti bence bu İsmail Kılıçarslan'ın da dediği gibi.. Çünkü Doğu, hep bir 'sevgiliyi arayış' içindedir, kendini onun için feda eder, herşeyinden vazgeçer ve onu yüceltir..
Bu yüzden doğu şöyle der: 'sense gözlerini kapattığında, ben karanlıkta kalıyorum..'
Evet, doğu için, ulaşılamayacak olan sevgilinin gözleri de bir köprüdür çünkü sevgili, dokunulamayacak, sevişilemeyecek kadar yücedir..
Batı ise kendini üstün görürken sevgilinin mücadelesini, kendisine olan ihtiyacını anlatmıştır..
Bu dizeler de aslında buram buram batı kokmaktadır; doğu, artık sevgiliyle muhattab olmalıdır..
Ona dokunmalı, bazen aşağı görmeli, onunla okuyucuyu tahrik edecek kadar sevişmelidir dizelerinde...
Özlenen Fenerbahçe
Kabul, sıkıcı bir maçtı, penaltı golü de olmasa açılacağı yoktu maçın.. Ama o Denizli'nin yüzündeki 'sikicez ağam' tebessümü yok mu, çıldırttı beni..
O bakış, 2. golde söndü, ezildi, duraksamaya dönüştü...
Çünkü Denizli..
Sıçmıştı!..
Maçın analizini yapacak olursak, özlediğimiz bir Fenerbahçe izledik: Oynamadan kazanan, bitirici ataklar yapan...
Guiza herkesi olduğu gibi beni de şaşırttı, benzinci-kuyumcu takımına 3 gol atması önemli değildi, ama bugün Guiza gösterdiki yeni Guiza akıllanmış, açılmıştı..
Hele Beşiktaş'ın Tello'su.. 'Abarttıkları kadar varmış' dedirtti bana resmen, olağanüstü bir tekniğe sahip, Alex yada Delgado'yla falan karşılaştırılmasını bile hatalı buluyorum..
Çarşı da o biçimdi.. Aynıydı ve yine Fenerbahçe taraftırını 'altta' bırakmayı başardı..
Ama penaltı golümüzden sonra tutturduğumuz 'ooh oh, ooh oh..' tezahüratı, muazzamdı..
Ve Yusuf...
Bir insan bu kadar mı değişir... Her atakta kendini yerlere atıyor, yuvarlanıyor, itiraz ediyor...
Ne Fenerbahçe'de böyleydi Yusuf, ne de Denizli'de...
İyice çirkefleşmiş Yusuf, çektiği havadan olsa gerek..
Sonuç?..
Biz kazandık...
ve bitti.
O bakış, 2. golde söndü, ezildi, duraksamaya dönüştü...
Çünkü Denizli..
Sıçmıştı!..
Maçın analizini yapacak olursak, özlediğimiz bir Fenerbahçe izledik: Oynamadan kazanan, bitirici ataklar yapan...
Guiza herkesi olduğu gibi beni de şaşırttı, benzinci-kuyumcu takımına 3 gol atması önemli değildi, ama bugün Guiza gösterdiki yeni Guiza akıllanmış, açılmıştı..
Hele Beşiktaş'ın Tello'su.. 'Abarttıkları kadar varmış' dedirtti bana resmen, olağanüstü bir tekniğe sahip, Alex yada Delgado'yla falan karşılaştırılmasını bile hatalı buluyorum..
Çarşı da o biçimdi.. Aynıydı ve yine Fenerbahçe taraftırını 'altta' bırakmayı başardı..
Ama penaltı golümüzden sonra tutturduğumuz 'ooh oh, ooh oh..' tezahüratı, muazzamdı..
Ve Yusuf...
Bir insan bu kadar mı değişir... Her atakta kendini yerlere atıyor, yuvarlanıyor, itiraz ediyor...
Ne Fenerbahçe'de böyleydi Yusuf, ne de Denizli'de...
İyice çirkefleşmiş Yusuf, çektiği havadan olsa gerek..
Sonuç?..
Biz kazandık...
ve bitti.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Tarabya'nın evi: 5. Kat...

Çok inatlarla gitmeyi kabul ettiğim bir mekandı, davet üzerine 'iyi evlat' olarak gittim, en neticesinde mutlu ayrıldım...
Tarabya'nın sahilinde, 5.Kat diye bir mekan...
Google'a yazdığınızda çıkıyor, fotoğrafını da oradan buldum zaten...
Arada ikram edilen soğukları ve ara sıcakları (ki paçanga böreğine benzeyen, ve adının niçin 'fransız ekmeği' olduğunu anlayamadığım 'şey' de müthişti) da geçersek...
Ana yemek olarak Rokfor Soslu Bonfile yedim ki, etinin kıvamı ve tadı dışında, yanında verdikleri sebzeler ve patates dilimleri de sizi tatmin etmeye yetiyor...
İçeçek?..
Yok, şarap değil...
Kesme buz, limon, kola koalisyonunu tercih ettim... Yaz aylarında kırmızı etin yanında iyi gidiyor...
Tatlıyı dürüst olayım, babam seçti... 'Dark Dream' adı verilen, çok sevmememe rağmen tapılacak bir mini çikolata fıskiyesi, dondurma ve çeşitli meyvelerle süslü bir tatlı...
Manzarası da güzeldi, zaman da hoş geçti...
Oturmayacağım
Hocam...
Aşağılık bir yaratık olduğunuzu düşünüyorum, dolayısıyla bana 4 senelik akademik bilginiz var diye hakaret edemezsiniz...
Otur! Otur lan!..
Hocam...
Entelektüel bilginiz hiç yok, tipik birisiniz, basitsiniz... Anadolu'da 3-5 okulda öğretmenlik yapmanız sizi yüceltmez, anlayın bunu...
Otur! Otur lan!...
Hayır hocam, ben bu yaştan sonra orhun kitabelerini, meridyen sayılarını, fonksiyonun tersini öğrenebilirim, bunun için dahi olmak gerekmiyor... Ama siz, asla kişiliğinizi düzeltemeyecek, akademisyenlikten çıkamayacak ve 'adam' yerine konamayacaksınız...
Otur! Otur lan!...
Evet hocam, kağıt üzerindeki notlarla bize karşı 10 dakikalık bir saygınlık sağlayabilir, hatta bunu karne döneminde 2 haftaya kadar çıkartabilirsiniz... Ama mezun olduktan sonra sıçtığım bok kadar değeriniz kalmayacak hocam, saygınlığınız da olmayacak gözümde...
Otur! Otur lan!...
Put töreni yapar gibi her giriş ve çıkışta İstiklal Marşı okumaktan bıktık hocam, kuzu gibi bacaklarımıza, çoraplarımıza, ayakkabılarımıza ve saçlarımıza bakmanızdan da... Her sabah size karşı beslediğimiz muazzam nefret artıyor, artıyor hocam...
Otur! Otur lan!...
* * *
En başarılı denemem bu olacaktır, çünkü diğer denemelerim sürekli okuduğum yada düşündüğüm şeyler üzerine olmuştur, yaşadığım olayları az aktarmışımdır...
Bu denememde gözlemi ve tecrübeyi aktaracağım, 'yıkılmaz' tezlerimi paylaşacağım...
Uyar mı?
Uyar...
Konumuz: Lise eğitiminde Kolejler ve Devlet Okulları...
Lise eğitimi diyorum, çünkü her ikisinde yalnızca lisede eğitim gördüm...
İlk 8 senelik eğitim-öğretimim, bir kolejde geçti... İlköğretimde genellikle 'çükünle oynama, altını sol elinle sil' falan gibi nasihatlar olduğu için, 6,7,8. sınıf öğretimlerini ele alıcam...
Kolejde rahat, özgür bir ortam içinde büyüdüm...
Öğretmenlerim belirli normlara sahip, kemikleşmiş disiplini benimsemeyen ve bunu da doğru bulan insanlardı... Beni 'muhattab' gören, konuşan, yanlış da olsa o cümleyi kurmama 'izin' veren bir ortamda büyüdüm tan 8 sene...
Artık bu 'özgürlük ortamı', benim için bir norm olmuştu, doğrusu da buydu, başka türlü bir eğitim düşünülebilir miydi?
Öğretmenin şaka yapmadığı, şaka kaldırmadığı, eleştiriyi kabul etmediği bir ortamda ders görülebilir miydi yahu?..
Özgürlük, şarttı. Ve bu her yerde böyleydi benim için...
Derken OKS dönemi... Hayal kırıklığı yaratan bir puan, ve lanet olsun, 'puanı aldım' diye gittiğim Çağrıbey Anadolu Lisesi...
Okulun zannediyorum ilk, yahut ikinci günü...
Okul Müdürü geldi sınıfımıza...
Ders boşken...
Ama...
Öyle bir sınıfa girişi, ve sınıfta yürüyüşü var ki, zannedersiniz eğitim gören bizlere 'hoşgeldiniz'e değil, borçlusunun olduğu kırahathaneye hesap sormaya gelmiş...
'Bakın' dedi...
Bu okulda dikkatli olacaksınız... saça, başa, eteğe, çoraba, kravata gömleğe filan dikkat edeceksiniz...
Yoksa...
Yoksa kafamızı kıracakmış!...
Kimse de ses çıkarmıyor, müdür normal birşey söylüyormuş gibi onu dinliyordu...
Ben...
Bırakın gömlek ve kravat baskısını, pantolon renginin baskısını bile görmemiştim 8 sene...
Çünkü okulumuz, serbest kıyafetti!...
Herkesin kendini yansıttığı, kafasına esene göre, rahat, özgür olacağı kıyafeti giyebiliyordu...
Burada...
Renkleri, gömleği, kravatı, damgayı da bunlar seçiyordu...
Kravat-gömlek arasındaki santimetreyi'de!...
'Nasıl yani?' dedim ben de...
Kravatımı aşağı çektim, 'bu burada durunca yanlış bir hareket mi yapmış oluyoruz?' dedim...
Çünkü şaşkındım...
Ağa tipli bir müdür... Ahkam kesen bir müdür... Kendini üstün gören ve emir vermekten çekinmeyen bir müdürü...
Hayatımda ilk defa görüyordum...
Dolayısıyla cevap verdim...
O da yanlışmış!..
Gözlüğümün kenarına 'pıt' ettirerek 'bak evlat' dedi... 'sivrilme bu kadar sen. çok görüşücez heralde seninle...'
Öyle de oldu...
Derse geç kalmalarım, öğretmenlere cevap vermelerim, karşı çıkıp eleştiri getirmelerim, derse girmeyişlerimle hep onların karşısına çıktım...
Ben, yaramazdım, haytaydım...
Yalancı ve saygısızdım...
Anormaldim...
Deliydim...
Ve hatta psikilojik sorunlarım olabilirdi!... Böyle bir öğrenci, nasıl olabilirdi?...
En seviyesiz öğretmenimle de fiziksel kavgamı yaptım... Dar bir otobüste...
Deli olduğum için yaptım tabii bunu...
Hangi akıllı öğrenci, sorun çıkarmadığı halde kendine 'sen sorun çıkartıyorsun! salak bu zaten... belli...' diyen öğretmenine cevap verir ki...
Hangi normal öğrenci o öğretmene hakaret eder... Oturduğu yerden kalkar...
Üzerine yürüyen ve bir yumruk savurmuş öğretmenine o da yumruk savurur...
Manyağa bak yahu!...
Normal değil bir çocuk, şaşırmış, kafayı yemiş, deli, hayta...
Ayrıldım o okuldan, her şeyimi geride bırakarak...
Nereyemi gittim?..
Eski okuluma...
Deneme yazıp görüşlerimden dolayı ve hatta 'halt' kelimesini kullandığımdan dolayı disipline verilmediğim, konuştuğum zaman garipsenmediğim, özgür olabildiğim, müdürümün ve tüm hocalarımın normal olabildiği o eski okuluma...
Pedagoji bilen hocalarımın yanına...
Ve ben...
Yine aynı haytayım...
Deliyim...
Yazarım...
Ve üzgünüm hocam, oturmayacağım!...
Aşağılık bir yaratık olduğunuzu düşünüyorum, dolayısıyla bana 4 senelik akademik bilginiz var diye hakaret edemezsiniz...
Otur! Otur lan!..
Hocam...
Entelektüel bilginiz hiç yok, tipik birisiniz, basitsiniz... Anadolu'da 3-5 okulda öğretmenlik yapmanız sizi yüceltmez, anlayın bunu...
Otur! Otur lan!...
Hayır hocam, ben bu yaştan sonra orhun kitabelerini, meridyen sayılarını, fonksiyonun tersini öğrenebilirim, bunun için dahi olmak gerekmiyor... Ama siz, asla kişiliğinizi düzeltemeyecek, akademisyenlikten çıkamayacak ve 'adam' yerine konamayacaksınız...
Otur! Otur lan!...
Evet hocam, kağıt üzerindeki notlarla bize karşı 10 dakikalık bir saygınlık sağlayabilir, hatta bunu karne döneminde 2 haftaya kadar çıkartabilirsiniz... Ama mezun olduktan sonra sıçtığım bok kadar değeriniz kalmayacak hocam, saygınlığınız da olmayacak gözümde...
Otur! Otur lan!...
Put töreni yapar gibi her giriş ve çıkışta İstiklal Marşı okumaktan bıktık hocam, kuzu gibi bacaklarımıza, çoraplarımıza, ayakkabılarımıza ve saçlarımıza bakmanızdan da... Her sabah size karşı beslediğimiz muazzam nefret artıyor, artıyor hocam...
Otur! Otur lan!...
* * *
En başarılı denemem bu olacaktır, çünkü diğer denemelerim sürekli okuduğum yada düşündüğüm şeyler üzerine olmuştur, yaşadığım olayları az aktarmışımdır...
Bu denememde gözlemi ve tecrübeyi aktaracağım, 'yıkılmaz' tezlerimi paylaşacağım...
Uyar mı?
Uyar...
Konumuz: Lise eğitiminde Kolejler ve Devlet Okulları...
Lise eğitimi diyorum, çünkü her ikisinde yalnızca lisede eğitim gördüm...
İlk 8 senelik eğitim-öğretimim, bir kolejde geçti... İlköğretimde genellikle 'çükünle oynama, altını sol elinle sil' falan gibi nasihatlar olduğu için, 6,7,8. sınıf öğretimlerini ele alıcam...
Kolejde rahat, özgür bir ortam içinde büyüdüm...
Öğretmenlerim belirli normlara sahip, kemikleşmiş disiplini benimsemeyen ve bunu da doğru bulan insanlardı... Beni 'muhattab' gören, konuşan, yanlış da olsa o cümleyi kurmama 'izin' veren bir ortamda büyüdüm tan 8 sene...
Artık bu 'özgürlük ortamı', benim için bir norm olmuştu, doğrusu da buydu, başka türlü bir eğitim düşünülebilir miydi?
Öğretmenin şaka yapmadığı, şaka kaldırmadığı, eleştiriyi kabul etmediği bir ortamda ders görülebilir miydi yahu?..
Özgürlük, şarttı. Ve bu her yerde böyleydi benim için...
Derken OKS dönemi... Hayal kırıklığı yaratan bir puan, ve lanet olsun, 'puanı aldım' diye gittiğim Çağrıbey Anadolu Lisesi...
Okulun zannediyorum ilk, yahut ikinci günü...
Okul Müdürü geldi sınıfımıza...
Ders boşken...
Ama...
Öyle bir sınıfa girişi, ve sınıfta yürüyüşü var ki, zannedersiniz eğitim gören bizlere 'hoşgeldiniz'e değil, borçlusunun olduğu kırahathaneye hesap sormaya gelmiş...
'Bakın' dedi...
Bu okulda dikkatli olacaksınız... saça, başa, eteğe, çoraba, kravata gömleğe filan dikkat edeceksiniz...
Yoksa...
Yoksa kafamızı kıracakmış!...
Kimse de ses çıkarmıyor, müdür normal birşey söylüyormuş gibi onu dinliyordu...
Ben...
Bırakın gömlek ve kravat baskısını, pantolon renginin baskısını bile görmemiştim 8 sene...
Çünkü okulumuz, serbest kıyafetti!...
Herkesin kendini yansıttığı, kafasına esene göre, rahat, özgür olacağı kıyafeti giyebiliyordu...
Burada...
Renkleri, gömleği, kravatı, damgayı da bunlar seçiyordu...
Kravat-gömlek arasındaki santimetreyi'de!...
'Nasıl yani?' dedim ben de...
Kravatımı aşağı çektim, 'bu burada durunca yanlış bir hareket mi yapmış oluyoruz?' dedim...
Çünkü şaşkındım...
Ağa tipli bir müdür... Ahkam kesen bir müdür... Kendini üstün gören ve emir vermekten çekinmeyen bir müdürü...
Hayatımda ilk defa görüyordum...
Dolayısıyla cevap verdim...
O da yanlışmış!..
Gözlüğümün kenarına 'pıt' ettirerek 'bak evlat' dedi... 'sivrilme bu kadar sen. çok görüşücez heralde seninle...'
Öyle de oldu...
Derse geç kalmalarım, öğretmenlere cevap vermelerim, karşı çıkıp eleştiri getirmelerim, derse girmeyişlerimle hep onların karşısına çıktım...
Ben, yaramazdım, haytaydım...
Yalancı ve saygısızdım...
Anormaldim...
Deliydim...
Ve hatta psikilojik sorunlarım olabilirdi!... Böyle bir öğrenci, nasıl olabilirdi?...
En seviyesiz öğretmenimle de fiziksel kavgamı yaptım... Dar bir otobüste...
Deli olduğum için yaptım tabii bunu...
Hangi akıllı öğrenci, sorun çıkarmadığı halde kendine 'sen sorun çıkartıyorsun! salak bu zaten... belli...' diyen öğretmenine cevap verir ki...
Hangi normal öğrenci o öğretmene hakaret eder... Oturduğu yerden kalkar...
Üzerine yürüyen ve bir yumruk savurmuş öğretmenine o da yumruk savurur...
Manyağa bak yahu!...
Normal değil bir çocuk, şaşırmış, kafayı yemiş, deli, hayta...
Ayrıldım o okuldan, her şeyimi geride bırakarak...
Nereyemi gittim?..
Eski okuluma...
Deneme yazıp görüşlerimden dolayı ve hatta 'halt' kelimesini kullandığımdan dolayı disipline verilmediğim, konuştuğum zaman garipsenmediğim, özgür olabildiğim, müdürümün ve tüm hocalarımın normal olabildiği o eski okuluma...
Pedagoji bilen hocalarımın yanına...
Ve ben...
Yine aynı haytayım...
Deliyim...
Yazarım...
Ve üzgünüm hocam, oturmayacağım!...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)