Türkiye Türktür... şarallalalal laaa...
Kürtler de kendini Türk hisseder... laramlamlalalal laaa....
Ne mutlu Türküm diyenenlerelere... laralaaalaral laaaa...
Bozmayın neşemi ulan ne mozaiği ulan... dırım! larallalalalal laaaaaaaaaaaaa.......
arada bir şaçmalamak gerek, evet.
31 Temmuz 2009 Cuma
30 Temmuz 2009 Perşembe
Sorun annen mi?
Ben tepki doğar demiştim... Kürtler hakkındaki bir-iki yazım bazılarına dokunmuş doğrusu, 'onları nasıl sevebiliyorsun?'a kadar gitmiş mevzu...
'Bu ülkeye ne kattılar?' diye sormuş...
'Türk yurdunda yerleri yok' demiş...
Daha da ileri giderek, Kürtlere 'hayvan, yaratık' diye seslenmiş... Tipik bir faşist, sinirlenmeyeceğim dedim, ama yine de soruyorum sevgili sapık: bilinçaltındaki bu sinirin sebebi ne?
Küçükken anneni Kürtler mi düzdü?..
Babanı transeksüel yapan bir Kürt cerrahı mıydı?..
Belki de, sadece seni düzmüşlerdir, kim bilir...
Bilinç altı işte...
Yok yahu, açıklama yapacak halim yok... Olsa da senin gibi bir 'kanı pis' şovaniste, faşiste, iblise, (hakaret sayma bunları!) yazacak kadar beynim yontulmadı...
Bana cevap vereceğin kırmızı renkli yazılarını da bir tarafına sokabilirsin, çünkü sana bundan sonra cevap vermeyeceğim...
Muhattabım sen değil, annen...
mutlu kal Türkiye.
'Bu ülkeye ne kattılar?' diye sormuş...
'Türk yurdunda yerleri yok' demiş...
Daha da ileri giderek, Kürtlere 'hayvan, yaratık' diye seslenmiş... Tipik bir faşist, sinirlenmeyeceğim dedim, ama yine de soruyorum sevgili sapık: bilinçaltındaki bu sinirin sebebi ne?
Küçükken anneni Kürtler mi düzdü?..
Babanı transeksüel yapan bir Kürt cerrahı mıydı?..
Belki de, sadece seni düzmüşlerdir, kim bilir...
Bilinç altı işte...
Yok yahu, açıklama yapacak halim yok... Olsa da senin gibi bir 'kanı pis' şovaniste, faşiste, iblise, (hakaret sayma bunları!) yazacak kadar beynim yontulmadı...
Bana cevap vereceğin kırmızı renkli yazılarını da bir tarafına sokabilirsin, çünkü sana bundan sonra cevap vermeyeceğim...
Muhattabım sen değil, annen...
mutlu kal Türkiye.
Allah kalemine güç versin
Bak, tekrar ve tekrar din konusunu ortaya atıyorsun... Ben sana ara sıcakları yiyoruz diyorum, sen inatla şarap-biftek istiyorsun, anlamıyorsun, anlayamıyorsun...
* * *
Hırsızlık mevzusu...
Hırsızlık konusunun iyi/kötü olması da, tıpkı başörtüsü, kürtaj, evlilik dışı seks gibi bir konudur; kişiden kişiye, ortamdan ortama değişebilen bir durumdur...
Sana Knut Hamsun'un 'Açlık' kitabını öneriyorum, en öncelikle... Bu kitapta aslında hırsızlığın ne kadar 'iyi' ve 'yararlı' bir şey olduğunu anlayacaksın...
Evinde aç ve doyurulma sorumluluğu sizin üstünüzde olan birileri varsa, ne yapar eder, o yemeği bulursunuz, bulmak zorunda kalırsınız.
Bu kişi 'siz' de olabilirsiniz...
Plan kurar, sanki o yemeği yiyeceği zaman 'milyoner olacakmışçasına' hırs yapar ve alırsınız o lokmayı...
Dilenirsiniz...
Çalarsınız...
Bunun dışında, hırsızlığın 'kötü' olarak da değerlendirildiği örnekler vermeme gerek var mı?
Bence yok...
Demek ki önermemiz bize ne gösteriyor: Hırsızlık bile, 'kötü' olarak genellendirilemez...
Dine bağlanmayan kişi ahlaksız mıdır?...
Hay ağzını öpeyim... İki gündür şu cümleyi bekliyordum, sonunda bunu da kurdun...
'Eğer bir dine inanıyor isen 'ahlak' kavramını hiçe sayamazsın.' demişsin, güzel...
İnanmıyorsam, bu kavramı yoka mı saymalıyım? 'Kötü' mü olmalıyım, 'âhlaksız' mı olmalıyım?..
'Yok, hayır tabiki' diyeceksen, ahlakın bir 'din zorunluluğu' olmadığını bilmelisin...
İslam ahlakı vardır, budist ahlakı vardır, yada uzak doğu ahlakı falan...
Ancak, G.Miller'ın şu sözünü tekrar yazıyorum ki: Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...
Yani, kimse İslam'ı, Hristiyanlığı; komünizmi, liberalizmi, faşizmi ve bunların ahlakını kendine 'otorite' edinmemelidir...
Bu ideolojilerin 'doğru'ları kendine uyduğu için onlar 'otorite' olmalıdır, önünüze 'otorite' olarak konduğu için doğru olmamalıdır...
Herkesin ahlakı 'bir' olmayacağına göre de...
Ortak bir 'doğru, yanlış, iyi, kötü' de asla ve asla ve asla...
Olmayacaktır...
Ve dolayısıyla...
Ahlak dedikleri siktiriboktan 'genellemeler' de yıkılıcaktır sevgili dostum!..
Nasıl diyordunuz siz... kapiş?
* * *
Hırsızlık mevzusu...
Hırsızlık konusunun iyi/kötü olması da, tıpkı başörtüsü, kürtaj, evlilik dışı seks gibi bir konudur; kişiden kişiye, ortamdan ortama değişebilen bir durumdur...
Sana Knut Hamsun'un 'Açlık' kitabını öneriyorum, en öncelikle... Bu kitapta aslında hırsızlığın ne kadar 'iyi' ve 'yararlı' bir şey olduğunu anlayacaksın...
Evinde aç ve doyurulma sorumluluğu sizin üstünüzde olan birileri varsa, ne yapar eder, o yemeği bulursunuz, bulmak zorunda kalırsınız.
Bu kişi 'siz' de olabilirsiniz...
Plan kurar, sanki o yemeği yiyeceği zaman 'milyoner olacakmışçasına' hırs yapar ve alırsınız o lokmayı...
Dilenirsiniz...
Çalarsınız...
Bunun dışında, hırsızlığın 'kötü' olarak da değerlendirildiği örnekler vermeme gerek var mı?
Bence yok...
Demek ki önermemiz bize ne gösteriyor: Hırsızlık bile, 'kötü' olarak genellendirilemez...
Dine bağlanmayan kişi ahlaksız mıdır?...
Hay ağzını öpeyim... İki gündür şu cümleyi bekliyordum, sonunda bunu da kurdun...
'Eğer bir dine inanıyor isen 'ahlak' kavramını hiçe sayamazsın.' demişsin, güzel...
İnanmıyorsam, bu kavramı yoka mı saymalıyım? 'Kötü' mü olmalıyım, 'âhlaksız' mı olmalıyım?..
'Yok, hayır tabiki' diyeceksen, ahlakın bir 'din zorunluluğu' olmadığını bilmelisin...
İslam ahlakı vardır, budist ahlakı vardır, yada uzak doğu ahlakı falan...
Ancak, G.Miller'ın şu sözünü tekrar yazıyorum ki: Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...
Yani, kimse İslam'ı, Hristiyanlığı; komünizmi, liberalizmi, faşizmi ve bunların ahlakını kendine 'otorite' edinmemelidir...
Bu ideolojilerin 'doğru'ları kendine uyduğu için onlar 'otorite' olmalıdır, önünüze 'otorite' olarak konduğu için doğru olmamalıdır...
Herkesin ahlakı 'bir' olmayacağına göre de...
Ortak bir 'doğru, yanlış, iyi, kötü' de asla ve asla ve asla...
Olmayacaktır...
Ve dolayısıyla...
Ahlak dedikleri siktiriboktan 'genellemeler' de yıkılıcaktır sevgili dostum!..
Nasıl diyordunuz siz... kapiş?
Anlamaz efendim
Yok, çok uğraştım anlaması için, madde madde yazdım, aynı cümleleri farklı kalıplarda empoze etmeye çalıştım, ama adam ne neyi tartıştığının farkında, ne de cümlelerimin...
Bana 'deney meraklısı' demiş...
Hani şu, 'etik bilimin dozajını ayarlamak' cümlesine cevap vermiştim, pardon yahu, çocuk öyle derken, 'mahalle baskısı seviyesine ulaşmaması dozajını' kastetmiş meğer...
Kıvır Allah kıvır, sonu yok ki bu işin...
'Deney meraklısıysan sayısal okusaydın' demiş...
Sanırım, benim yine 'dozaja' verdiğim yanıttaki ironiyi kavrayamadı, kaale almayacağım o yüzden bu cümleyi de...
Biz etik felsefesinden, mahalle baskısından, bireysel-toplumsal ahlaktan, bilimden söz ediyoruz; adam kalkmış bana sanki hiiiç haberim yokmuşçasına, alim şalvarını geçiyor üzerine ve 'şeriat maddelerinden' bahsediyor...
İslam hoşgörülüdür diyor... İslam ahlakında vardır bu diyor...
Budist ahlakında da hoşgörü var, sen budizme inanmasanda, saygılı ol dinlerine, yeter...
İstersen budizm şeriatını getirelim ülkeye?
Hoşgörü, iyi ahlak falan...
Ama tabii sen senin dinine inanmayanları 'dikkate almadığın', 'onlar için de iyidir' dediğin için, inanmadığın 'hoşgörülü' bir dine de uymazsın, hoşuna gitmez...
Hırsız örneği falan vermiş bir de, güldüm doğrusu...
Yasalardan haberi yok öyle zannediyorum, her şeyi etik cezalandırsın mı diyor, ne diyor...
Nasıl olsa anlamıyor, şimdi 32 farza falan girer, aman diyeyim... Ben yine yazılarıma kaldığım yerden devam edeyim...
mutlu kal Türkiye.
Bana 'deney meraklısı' demiş...
Hani şu, 'etik bilimin dozajını ayarlamak' cümlesine cevap vermiştim, pardon yahu, çocuk öyle derken, 'mahalle baskısı seviyesine ulaşmaması dozajını' kastetmiş meğer...
Kıvır Allah kıvır, sonu yok ki bu işin...
'Deney meraklısıysan sayısal okusaydın' demiş...
Sanırım, benim yine 'dozaja' verdiğim yanıttaki ironiyi kavrayamadı, kaale almayacağım o yüzden bu cümleyi de...
Biz etik felsefesinden, mahalle baskısından, bireysel-toplumsal ahlaktan, bilimden söz ediyoruz; adam kalkmış bana sanki hiiiç haberim yokmuşçasına, alim şalvarını geçiyor üzerine ve 'şeriat maddelerinden' bahsediyor...
İslam hoşgörülüdür diyor... İslam ahlakında vardır bu diyor...
Budist ahlakında da hoşgörü var, sen budizme inanmasanda, saygılı ol dinlerine, yeter...
İstersen budizm şeriatını getirelim ülkeye?
Hoşgörü, iyi ahlak falan...
Ama tabii sen senin dinine inanmayanları 'dikkate almadığın', 'onlar için de iyidir' dediğin için, inanmadığın 'hoşgörülü' bir dine de uymazsın, hoşuna gitmez...
Hırsız örneği falan vermiş bir de, güldüm doğrusu...
Yasalardan haberi yok öyle zannediyorum, her şeyi etik cezalandırsın mı diyor, ne diyor...
Nasıl olsa anlamıyor, şimdi 32 farza falan girer, aman diyeyim... Ben yine yazılarıma kaldığım yerden devam edeyim...
mutlu kal Türkiye.
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Tanrı'yı bilmek ve inanmak
Sözlü olarak tartışırken de defalarca söylediğim gibi, kimse benimle Tanrı'yı tartışırken, Allah sıfatını kullanmamı söylemesin. Çünkü eleştirilen, tartışılan şey 'İslam Tanrı'sı' Allah değil, herkesin kafasında olan, yaratıcı bir 'güç' olan Tanrı'dır...
Varlığı ve yokluğu tartışılan şey Allah olamaz, Tanrı olur, çünkü herhangi biri için Tanrı var olabilir, ancak bu gücün adı 'Allah' olmayabilir...
Allah, Tanrı inancından sonra gelen bir kademedir, öznel ve tartışılamazdır..
* * *
Tanrı'nın varlığını uzun uzadıya tartışmayacağım, çünkü bu gücün varlığına inanmaktan da öte, bu gücün varlığını bilmekteyim.
Nasıl yani?..
Şöyle...
İnanç, çoğunlukla 'öyle olunması istenen' durumları belirler, kesinlik belirtmez. 'İnancım tam' diye bir kavramda abezdir, inanmak; kesin olduğunu bilmediğiniz, dediğim gibi, 'öyle olduğunu sandığınız' yada 'hissettiğiniz' şeylerdir...
Bu farka değinmek istiyorum sadece... Daha önceleri insan ırkına olan muazzam hayranlığımı ve bu yüzden Tanrı'nın bilinmesi gerektiğini yazmıştım...
Fizyolojik/Biyolojik ihtiyaçlar dışında, çok başka şeyleri arzulayan, merak eden, üstüne giden bir varlıktır insan...
Evreninin 'en üstünü'dür... Materyal kavramların dışında çıkabilmektedir, örneğin...
Şiir...
Felsefe...
Yönetme istemi...
Beden zevki dışındaki çekicilikler...
Bunlara birer kanıt olabilir mi?
Kim bilir, belki diyorum...
Ama bu saydıklarımın hepsi, bana adı ister Allah olsun, ister El-İlah, Yehova, buzağı şeklini almış maymun yahut yüce karides olsun, bir 'yaratıcı gücün' varlığını gösteriyor...
Bu yüzden Tanrı'nın varlığını biliyorum....
Adını ne koyduğum da, bırakın bana kalsın...
Varlığı ve yokluğu tartışılan şey Allah olamaz, Tanrı olur, çünkü herhangi biri için Tanrı var olabilir, ancak bu gücün adı 'Allah' olmayabilir...
Allah, Tanrı inancından sonra gelen bir kademedir, öznel ve tartışılamazdır..
* * *
Tanrı'nın varlığını uzun uzadıya tartışmayacağım, çünkü bu gücün varlığına inanmaktan da öte, bu gücün varlığını bilmekteyim.
Nasıl yani?..
Şöyle...
İnanç, çoğunlukla 'öyle olunması istenen' durumları belirler, kesinlik belirtmez. 'İnancım tam' diye bir kavramda abezdir, inanmak; kesin olduğunu bilmediğiniz, dediğim gibi, 'öyle olduğunu sandığınız' yada 'hissettiğiniz' şeylerdir...
Bu farka değinmek istiyorum sadece... Daha önceleri insan ırkına olan muazzam hayranlığımı ve bu yüzden Tanrı'nın bilinmesi gerektiğini yazmıştım...
Fizyolojik/Biyolojik ihtiyaçlar dışında, çok başka şeyleri arzulayan, merak eden, üstüne giden bir varlıktır insan...
Evreninin 'en üstünü'dür... Materyal kavramların dışında çıkabilmektedir, örneğin...
Şiir...
Felsefe...
Yönetme istemi...
Beden zevki dışındaki çekicilikler...
Bunlara birer kanıt olabilir mi?
Kim bilir, belki diyorum...
Ama bu saydıklarımın hepsi, bana adı ister Allah olsun, ister El-İlah, Yehova, buzağı şeklini almış maymun yahut yüce karides olsun, bir 'yaratıcı gücün' varlığını gösteriyor...
Bu yüzden Tanrı'nın varlığını biliyorum....
Adını ne koyduğum da, bırakın bana kalsın...
Devrim, anarşi, Marcos...
Tüm hepsini tek bir şarkıya toplamışlar, devrimciyseniz ilgilenmemeniz mümkün değil doğrusu. Devrimin öz be öz ülkelerinden birine mensup, Fransız rap'çi Keny Arkana'nın; zapatanın öncülerinden Marcos'u, isyanı, devrimciliği ve anarşiyi aynı anda yorumladığı, gerek sözleri, gerek ritmi ve görüntüleriyle etkileyici şarkı La Rage'dan söz ediyorum...
Türkçe altyazısını yalnızca Facebook'tan bulabildiğim için bu siteyi link atmak zorundayım.
iyi seyirler Türkiye...
Türkçe altyazısını yalnızca Facebook'tan bulabildiğim için bu siteyi link atmak zorundayım.
iyi seyirler Türkiye...
Sallapartiliğin adı: Toplumsal Etik
Etik kavramının arkasına din kavramını sığdıracak kadar basit olacağını düşünmemiştim, malesef sığdırmışsın...
Dediğim gibi, salt bir diyalektik kurduğunu düşünerek, iyi niyetle yazdığın üç yazıdan birkaç cümle vereceğim okuman için, sen de slogan değil, mantıklı cümle koyacaksın masaya...
1) "Sadece bilim ile bu iş kurtarılmaz. Önemli olan ikisinin dozajını ayarlamaktır."
Kimyasal deney mi yapıyorsun da, dozajını ayarlamaktan falan bahsediyorsun? Bilimsellik yükselince etik azalıyor, etik artınca bilimsellik mi azalıyor?...
Neyin dozajı bu?...
Yada, bilim hızla ilerlerse, 'hoop!' mu diyeceksin, 'dozajı aşmayın!' diye tepki mi göstereceksin?
3G geldi şimdi Türkiye'ye...
Ahlaksızlıklar mı artacak?
Ayarla bakalım dozajını...
2) "Her toplumdaki ahlak anlayışı aynı değildir. Hatta her insandaki ahlak anlayışı farklıdır."
Bunun farkında olman güzel... Güzel de, farkında olup 'ahlak kurallarına dayalı toplum'u savunman enteresan...
Hangi 'ahlak'ın kuralları?
Kimin ahlakı?..
Benim mi, senin mi?...
Allah'ın mı, Yehova'nın mı, İsa'nın mı, Darwin'in mi?...
Devrimci ahlakı mı, şeriatçı ahlakı mı, transeksüel ahlakı mı?...
Çıkar ağzından baklayı... Sözüme gel de, 'mutlak doğruların', 'ortak ahlak'ın asla olmayacağını anla...
Kimse senin lügatına göre yaşamak zorunda değil, bu faşistliktir...
Bu yüzden şerr-i toplumların, yasakçı, ırkçı, militarist toplumların hepsi faşisttir...
3) "Ahlak dediğimiz kavramı 'mahalle baskısına' indirgeyip, seviyesizleştiremezsin."
-Mahalle baskısı kavramı, sosyolojik bir kavramdır, ahlak felsefesine dayalı bir terim değildir... Demek istediğim şey de, mahalle baskısı denilen, 'çevre ne düşünür?' kompleksi, davranışlarda yönlendirmeden çok, müdahil olmaktan çok hayatımıza 'dahil' oluyor...
Gole giderken topu taca attırıyor...
Bize göre doğruyu, bize göre yanlış yaptırıyor...
Sen, 'benim doğrularım yoktur, toplumun bana verdiği doğrular vardır' diyorsan, güzel insan G.Miller'dan şu cümleyi kurmak isterim:
Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...
4) "Teizmde ahlak vardır, etik vardır!"
Conan O'Brien ve eski meşemiz Metallica'nın da dediği gibi: 'So what?'...
Teizm, tek tanrıcılık, temel olarak 3 inancı temsil ediyor 21.yy'da... Hristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet...
Söyle bakalım, hangi teizmin ahlakına uyacağız?.. Musevi olup yahudilerin 'köpeği' olduğumuza inanarak mı ahlakımızı oturtacağız, Ruhban okullarında büyüyüp seksi de lanetli saydıktan sonra bakirliğimizi Tanrı'ya adamanın 'iyi ahlak' olduğuna mı, yoksa Hz.Muhammed ahlakına mı?..
Hz.Muhammed mi diyeceksin?..
Ona inanmayanlar peki?..
Banane diyorsan iflah olmaz bir faşistsin, demiyeceksen de benim lafıma geleceksin...
5) "Ama güzel ahlaklı dediğin hiç mi kimse yoktur çevrende? Sen neden karamsar bakmaktasın olaya?"
Karamsar değilim, tam tersine, etiğin ve toplumsal ahlak baskısının (mahalle baskısı) çürümekte olduğu bir toplumda yaşadığım için, mutluyum...
6) "Bir toplumda huzur, güven ve mutluluk duyguları için gereklidir etik kurallar."
Etik kurallar sabit değildir, herkes için farklıdır diye diye iki günümü harcadım...
Etik kural farklılıkları, çoğunlukla da konu inanç yahut gelenek olunca insanları birbirine düşürmekten, toplumu bölmekten başka hiçbir halta yaramaz dedim...
Dinletemiyorum...
Kadın-erkek cinsel hayat farklılığını hala anlamıyorsun...
Geçtim....
Başörtüsü mevzusu nedir? Ahlakın iyiliği için giyenler, gereksiz görenler, özgürlüğünü savunanlar, faşistliğini yapanlar, simge diyenler, çıkarmam diyenler...
Nedir bunlar? 'farklılık'tır...
Elbette olacak bu farklılık...
Ancak...
Sadece kafaya/saça örtülen bir bezden dolayı bile, milyon tane farklı ses çıkıyorsa her baştan, varın gerisini siz düşünün...
Sıçtıktan sonra bez bağlama şeklini bile 'tartışır' insan, farklılığa düşer...
Kimin doğrularına dayalı bir toplum yapacaksın diyorum sana? Yapamazsın, yaparsan, bu faşistliktir...
Herkesin doğrularının 'özgür' olabildiği, serbest, 'liberal kafada' bir toplum mutludur, huzurdadır ve güvendedir...
Ahlak kurallarına 'dayalı' bir toplumun insanı, mutsuzdur, 3-5 çapulcu dışında...
Dediğim gibi, salt bir diyalektik kurduğunu düşünerek, iyi niyetle yazdığın üç yazıdan birkaç cümle vereceğim okuman için, sen de slogan değil, mantıklı cümle koyacaksın masaya...
1) "Sadece bilim ile bu iş kurtarılmaz. Önemli olan ikisinin dozajını ayarlamaktır."
Kimyasal deney mi yapıyorsun da, dozajını ayarlamaktan falan bahsediyorsun? Bilimsellik yükselince etik azalıyor, etik artınca bilimsellik mi azalıyor?...
Neyin dozajı bu?...
Yada, bilim hızla ilerlerse, 'hoop!' mu diyeceksin, 'dozajı aşmayın!' diye tepki mi göstereceksin?
3G geldi şimdi Türkiye'ye...
Ahlaksızlıklar mı artacak?
Ayarla bakalım dozajını...
2) "Her toplumdaki ahlak anlayışı aynı değildir. Hatta her insandaki ahlak anlayışı farklıdır."
Bunun farkında olman güzel... Güzel de, farkında olup 'ahlak kurallarına dayalı toplum'u savunman enteresan...
Hangi 'ahlak'ın kuralları?
Kimin ahlakı?..
Benim mi, senin mi?...
Allah'ın mı, Yehova'nın mı, İsa'nın mı, Darwin'in mi?...
Devrimci ahlakı mı, şeriatçı ahlakı mı, transeksüel ahlakı mı?...
Çıkar ağzından baklayı... Sözüme gel de, 'mutlak doğruların', 'ortak ahlak'ın asla olmayacağını anla...
Kimse senin lügatına göre yaşamak zorunda değil, bu faşistliktir...
Bu yüzden şerr-i toplumların, yasakçı, ırkçı, militarist toplumların hepsi faşisttir...
3) "Ahlak dediğimiz kavramı 'mahalle baskısına' indirgeyip, seviyesizleştiremezsin."
-Mahalle baskısı kavramı, sosyolojik bir kavramdır, ahlak felsefesine dayalı bir terim değildir... Demek istediğim şey de, mahalle baskısı denilen, 'çevre ne düşünür?' kompleksi, davranışlarda yönlendirmeden çok, müdahil olmaktan çok hayatımıza 'dahil' oluyor...
Gole giderken topu taca attırıyor...
Bize göre doğruyu, bize göre yanlış yaptırıyor...
Sen, 'benim doğrularım yoktur, toplumun bana verdiği doğrular vardır' diyorsan, güzel insan G.Miller'dan şu cümleyi kurmak isterim:
Doğruyu otorite kabul etmek yerine, otoriteyi doğru kabul edenler için; bu gerçekten zor olmalı...
4) "Teizmde ahlak vardır, etik vardır!"
Conan O'Brien ve eski meşemiz Metallica'nın da dediği gibi: 'So what?'...
Teizm, tek tanrıcılık, temel olarak 3 inancı temsil ediyor 21.yy'da... Hristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet...
Söyle bakalım, hangi teizmin ahlakına uyacağız?.. Musevi olup yahudilerin 'köpeği' olduğumuza inanarak mı ahlakımızı oturtacağız, Ruhban okullarında büyüyüp seksi de lanetli saydıktan sonra bakirliğimizi Tanrı'ya adamanın 'iyi ahlak' olduğuna mı, yoksa Hz.Muhammed ahlakına mı?..
Hz.Muhammed mi diyeceksin?..
Ona inanmayanlar peki?..
Banane diyorsan iflah olmaz bir faşistsin, demiyeceksen de benim lafıma geleceksin...
5) "Ama güzel ahlaklı dediğin hiç mi kimse yoktur çevrende? Sen neden karamsar bakmaktasın olaya?"
Karamsar değilim, tam tersine, etiğin ve toplumsal ahlak baskısının (mahalle baskısı) çürümekte olduğu bir toplumda yaşadığım için, mutluyum...
6) "Bir toplumda huzur, güven ve mutluluk duyguları için gereklidir etik kurallar."
Etik kurallar sabit değildir, herkes için farklıdır diye diye iki günümü harcadım...
Etik kural farklılıkları, çoğunlukla da konu inanç yahut gelenek olunca insanları birbirine düşürmekten, toplumu bölmekten başka hiçbir halta yaramaz dedim...
Dinletemiyorum...
Kadın-erkek cinsel hayat farklılığını hala anlamıyorsun...
Geçtim....
Başörtüsü mevzusu nedir? Ahlakın iyiliği için giyenler, gereksiz görenler, özgürlüğünü savunanlar, faşistliğini yapanlar, simge diyenler, çıkarmam diyenler...
Nedir bunlar? 'farklılık'tır...
Elbette olacak bu farklılık...
Ancak...
Sadece kafaya/saça örtülen bir bezden dolayı bile, milyon tane farklı ses çıkıyorsa her baştan, varın gerisini siz düşünün...
Sıçtıktan sonra bez bağlama şeklini bile 'tartışır' insan, farklılığa düşer...
Kimin doğrularına dayalı bir toplum yapacaksın diyorum sana? Yapamazsın, yaparsan, bu faşistliktir...
Herkesin doğrularının 'özgür' olabildiği, serbest, 'liberal kafada' bir toplum mutludur, huzurdadır ve güvendedir...
Ahlak kurallarına 'dayalı' bir toplumun insanı, mutsuzdur, 3-5 çapulcu dışında...
28 Temmuz 2009 Salı
Uzaylı mısın?..
"Eğer sen bir kadınla erkeğin sevişmesinden, kadını 'orospu' erkeği 'kahraman' yapan zihniyetlerin içindeysen, üzgünüm sizin toplumdaki "ahlak" bok olmuştur."
Yok yau, bir kitaptan yada yabancı bir köşe yazarından çeviri değil...
Gökten de gelmedi, inanın!...
Bak Can'cım...
Ben Türkiye Cumhuriyeti'nde, İstanbul'da yaşıyorum, ve içinde bulunduğum toplum zihniyeti aynen böyle...
Ha, sen uzaydan gelmişsindir, ne bileyim, ne idüğü belirsiz bir adada, açık bahre helikopter pozisyonlardında seksi yaşıyorsundur, onu bilemem...
Ama bilmiyorsan öğreteyim, bizim 'çevrede' mantelite böyledir, bunun en büyük sebebi de ahlakın doğurduğu zırvalıklardır.
Ahlaklı/ahlaksız ayrımı olmasaydı, kadın da 'altta' kalmayacaktı, erkek de 'kahraman' olmayacaktı...
Ayşe Arman konusu...
Arman benim en sevdiğim kadın yazardır, bunun da dışında çekici bulduğum bir insandır. Eşimin, bir önceki gece yaşadığımız fantezileri yazıya dökebilmesi...
Benim de hoşuma gider...
Zincirlerin kırılması mevzusu...
Tüm Türkiye'nin okuyabileceği bir ortamda bunu paylaşması halkasıdır...
Ama...
Bunu 'kendim' rahatsız olacağım için değil, 'çevre ne der?' korkusuyla yazdırmayabilirim...
Ailem, iş arkadaşlarım, sokakta gördüğüm insanların bakışlarından çekineceğim için yazdırmayabilirim...
Nedir bu 'çevre ne der?' korkusu?..
Mahalle baskısı...
Bu baskıyı yaratan nedir?
Etik kuralları, ve doğurduğu kısıtlamalar, saçmalıklar, zırvalıklar...
Yok yau, bir kitaptan yada yabancı bir köşe yazarından çeviri değil...
Gökten de gelmedi, inanın!...
Bak Can'cım...
Ben Türkiye Cumhuriyeti'nde, İstanbul'da yaşıyorum, ve içinde bulunduğum toplum zihniyeti aynen böyle...
Ha, sen uzaydan gelmişsindir, ne bileyim, ne idüğü belirsiz bir adada, açık bahre helikopter pozisyonlardında seksi yaşıyorsundur, onu bilemem...
Ama bilmiyorsan öğreteyim, bizim 'çevrede' mantelite böyledir, bunun en büyük sebebi de ahlakın doğurduğu zırvalıklardır.
Ahlaklı/ahlaksız ayrımı olmasaydı, kadın da 'altta' kalmayacaktı, erkek de 'kahraman' olmayacaktı...
Ayşe Arman konusu...
Arman benim en sevdiğim kadın yazardır, bunun da dışında çekici bulduğum bir insandır. Eşimin, bir önceki gece yaşadığımız fantezileri yazıya dökebilmesi...
Benim de hoşuma gider...
Zincirlerin kırılması mevzusu...
Tüm Türkiye'nin okuyabileceği bir ortamda bunu paylaşması halkasıdır...
Ama...
Bunu 'kendim' rahatsız olacağım için değil, 'çevre ne der?' korkusuyla yazdırmayabilirim...
Ailem, iş arkadaşlarım, sokakta gördüğüm insanların bakışlarından çekineceğim için yazdırmayabilirim...
Nedir bu 'çevre ne der?' korkusu?..
Mahalle baskısı...
Bu baskıyı yaratan nedir?
Etik kuralları, ve doğurduğu kısıtlamalar, saçmalıklar, zırvalıklar...
İlahi adalet: İsyan ve Şükür
Dindar liberalizm
Ak Parti, iyimser tarafıyla 'liberal', soldan soldan bakıldığında 'dindar' bir karakter gösteriyor.
Özelleştirmeler, özgürlük kapsamında yapılan anayasal çalışmalar, sivilleşme mücadeleleri....
Bize liberal bir çizgiyi işaret ediyor...
Ama...
Madalyonun arka yüzüne bakıldığında...
Özgürlük adına yapılan hareketler, çoğunlukla 'dindar' kesimin yüzünü güldürecek cinsten oluyor, özelleştirme çalışmaları da gericileri uyuz ediyor. (ne oldu? gerici olması için ille de şeriatçı falan mı olması lazım, kemalist, sosyalist yada faşist olması yetmez mi?)
Ben de edepsizlik yaparak AKP diyorum, üstüne basarak da 'light liberal' dindar bir çizgide olduğunu söylüyorum...
İtirazı olan?..
Özelleştirmeler, özgürlük kapsamında yapılan anayasal çalışmalar, sivilleşme mücadeleleri....
Bize liberal bir çizgiyi işaret ediyor...
Ama...
Madalyonun arka yüzüne bakıldığında...
Özgürlük adına yapılan hareketler, çoğunlukla 'dindar' kesimin yüzünü güldürecek cinsten oluyor, özelleştirme çalışmaları da gericileri uyuz ediyor. (ne oldu? gerici olması için ille de şeriatçı falan mı olması lazım, kemalist, sosyalist yada faşist olması yetmez mi?)
Ben de edepsizlik yaparak AKP diyorum, üstüne basarak da 'light liberal' dindar bir çizgide olduğunu söylüyorum...
İtirazı olan?..
Etik toplumu düzeltmez
'Bilim mi, etik mi?' diye sormuş kahve çekirdeğinin yazarı Can...
Cevap vermek tek kelimeyle olmaz tabii, çünkü bilimin 'en üstünlüğünü' tek bir 'evet!'le açıklayamazsınız...
"(etik) Yok olduğu vakit insanlığın bir bunalıma gireceği aşikardır." ve "Çünkü etik toplumu düzene sokar, mutlu bir yaşam olanağı tanır" tarzı cümleler kurmuş kendisi.
Etik, zaten yok olmaya yüz tutmuş, toplumu düzeltmeye değil, düzmeye çalışan bir sistemdir. Ayıbı, yasağı, mahalle baskısını en fundamental seviyede önünüze seren bir saçmalıktır, etik.
Yada adını ahlak koyalım...
Şahşi inançların bazen keskin, bazen esnek sınırlarıdır ahlak, ve her kesimde farklı algılandığından dolayı, yalnızca toplumu bölmeye, dağıtmaya, 'karşı mahalleden' kavramını oluşturmaya yaramıştır...
Böşörtüsü tartışması, etik anlayış farklılığından doğmuştur...
Namaz kılana 'adam', alkol kullanana 'adam değil' sıfatını takan da etiktir...
Sevgilisiyle yatan kızı 'orospu', sevgilisini yatağa atan erkeği 'kahraman' yapan da...
Yani etiğin tek amacı, toplumu bölmek, düzmek, iktidar zihniyetin kendi 'yaşayış biçimini' belirlemek için, normlarını ortaya koymak için uydurduğu bir sikkobazlıktan ibarettir...
Bilim...
Sabah kalktığınızdan, akşam yatağa girmenize kadar, hayatınızı kolaylaştıran ne varsa, bunların yaratılmasını sağlayan 'olgu'dur...
Hem, işin ilginç tarafı da, Nietzsche'yle ilgili onca yazı yazdıkdan sonra, etiği savunmak...
Kim bilir, belki bu da senin diyalektiğindir...
Cevap vermek tek kelimeyle olmaz tabii, çünkü bilimin 'en üstünlüğünü' tek bir 'evet!'le açıklayamazsınız...
"(etik) Yok olduğu vakit insanlığın bir bunalıma gireceği aşikardır." ve "Çünkü etik toplumu düzene sokar, mutlu bir yaşam olanağı tanır" tarzı cümleler kurmuş kendisi.
Etik, zaten yok olmaya yüz tutmuş, toplumu düzeltmeye değil, düzmeye çalışan bir sistemdir. Ayıbı, yasağı, mahalle baskısını en fundamental seviyede önünüze seren bir saçmalıktır, etik.
Yada adını ahlak koyalım...
Şahşi inançların bazen keskin, bazen esnek sınırlarıdır ahlak, ve her kesimde farklı algılandığından dolayı, yalnızca toplumu bölmeye, dağıtmaya, 'karşı mahalleden' kavramını oluşturmaya yaramıştır...
Böşörtüsü tartışması, etik anlayış farklılığından doğmuştur...
Namaz kılana 'adam', alkol kullanana 'adam değil' sıfatını takan da etiktir...
Sevgilisiyle yatan kızı 'orospu', sevgilisini yatağa atan erkeği 'kahraman' yapan da...
Yani etiğin tek amacı, toplumu bölmek, düzmek, iktidar zihniyetin kendi 'yaşayış biçimini' belirlemek için, normlarını ortaya koymak için uydurduğu bir sikkobazlıktan ibarettir...
Bilim...
Sabah kalktığınızdan, akşam yatağa girmenize kadar, hayatınızı kolaylaştıran ne varsa, bunların yaratılmasını sağlayan 'olgu'dur...
Hem, işin ilginç tarafı da, Nietzsche'yle ilgili onca yazı yazdıkdan sonra, etiği savunmak...
Kim bilir, belki bu da senin diyalektiğindir...
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Ahmet Hakan

Bu hafta ikinci bir Hürriyet yazarını ele alalım istedim: Ahmet Hakan...
Kimi kesimin dönek, kimi kesimin 'doğru yolun filozofu' dediği güzel yazar, Ahmet Hakan'ı....
Kötü anlamda da kullanmazsak, aslında Ahmet Hakan tam bir 'dönek'tir, fakat aynı zamanda, 'doğru yolun filozofu'dur...
Muhafazakar-dinci kesim ve anti-islami kesim, tek bir sentezde asla birleşemeyeceği için çok uç sıfatlar takılmıştır Ahmet Hakan'a.
Önceleri kendini "Kanal 7'in dinci-milli görüşçü spikeri" olarak tanıtmıştır çevreye, daha sonra 28 Şubat'ta dinci kesimde sesi çıkabilen tek kişi olmuş, hemen hemen tek başına mücadele etmiştir milli görüşçüler için...
Namazı-niyezı, imanı, şeriatı yaymak adına yazılar yazmış, sohpetler vermiş, tüm çevresini 'Erbakan Hocaefendisinin' çevresine toplamaya çalışmıştır...
Oha!
Değil, oha değil...
Zamanı geldiğinde, Erbakan'ın kızını istemiş, fakat 'hocasından' "kim ulan o züppe?" lafını işitmiştir, böylece ne hocasının taktirini kazanabilmiştir, ne de kızını....
Kendisi kabul etmek istemese de bu devirden sonra 'dönekleşmeye' başlamış, dinci kimliğinin zıttına gitmiştir...
Gerek çevre, gerek politik olarak...
Ancak 'karakteristik' olarak ne türde bir değişim yaşadığı ne beni, ne sizi ilgilendirir... 5 vakit namaz kılan bir insan da olabilir, 'muhammed atraksiyonlu bir palavracıydı' diyen bir insan da...
İki tavırda da Ahmet Hakan, 'Ahmet Hakan' olacaktır...
Ve işte, milli görüş safhasından uzaklaştıktan, soğuduktan sonra, bu günlerini 'eski radikal dinci dönemlerim' olarak tanımlıyor Ahmet Hakan...
Kimse de beklemesin, milli görüşten nefret edercesine kopup, aynı kazandan çıkan RTE ve AKP'yi desteklemesini...
Hem, Ahmet Hakan böyle güzeldir, daha özgür, daha rahat yazabildiğinde yazardır...
İlginç gelecek, hiç evlenmemiştir... Şu anda da Murat Bardakçı'nın pazar gecelerini sabahlatan programı olan 'Tarihin Arka Sayfası'ndaki, sessiz kalan hatunumuz Pelin Batum ile bir ilişkideler...
Mesut olsunlar...
Ahmet Altan ne diyecek?..
Geçen gün 'Tarafsızlık' yazısında Ergenekon davası hakkında 'sessiz' kalan, 'tarafsızlığını' açıklayanlara 'şaklaban' demişti A.Altan...
Güçlü-güçsüz savaşında tarafsızım diyen, güçlünün yanındadır demişti....
En sevdiğim gazetelerden birinde yazıyor Altan, hem öyle, eskiden yaptığı gibi, sevişip içip doygunluk halinde yazdığı kitaplar gibi değil, son derece demokrat gözüyle yazıyor köşesinde...
Ancak...
Yazısı doğru yada yanlış olsun...
Geçmişinde unuttuğu bazı şeyler olmalı Altan'ın...
28 Şubat'ta, 'cami(erbakancılar) ile kışla(askeriye) arasında kalınmaz' diyenlerdendi, tarafsız olanlardandı...
Onların, en ön safındaydı...
Ben de Ahmet Hakan gibi soruyorum kendisine, Altan, 28 Şubat döneminde bir şaklaban mıydı?..
Cevabını yarın merakla bekleyeceğiz, bakalım ne diyecek Ahmet Altan...
Güçlü-güçsüz savaşında tarafsızım diyen, güçlünün yanındadır demişti....
En sevdiğim gazetelerden birinde yazıyor Altan, hem öyle, eskiden yaptığı gibi, sevişip içip doygunluk halinde yazdığı kitaplar gibi değil, son derece demokrat gözüyle yazıyor köşesinde...
Ancak...
Yazısı doğru yada yanlış olsun...
Geçmişinde unuttuğu bazı şeyler olmalı Altan'ın...
28 Şubat'ta, 'cami(erbakancılar) ile kışla(askeriye) arasında kalınmaz' diyenlerdendi, tarafsız olanlardandı...
Onların, en ön safındaydı...
Ben de Ahmet Hakan gibi soruyorum kendisine, Altan, 28 Şubat döneminde bir şaklaban mıydı?..
Cevabını yarın merakla bekleyeceğiz, bakalım ne diyecek Ahmet Altan...
26 Temmuz 2009 Pazar
Aşırı objektif
Bu yazıma çok kızanlar olacaktır, olsun da. Ben herşeye tek bir pencereden bakmak istememeye, en azından 'şurasından tutalım' dediğim bir perspektif yakaladığım an, oraya koşmaya devam edeyim...
PKK dediğimiz 'örgüt' hani...
Partiye Karkeye Kürdistan... Kürdistan İşçi Partsi...
Türklüğe karşı muazzam bir nefret, teşkilatlanma yolunda inanılmaz riskler, ve örgüte girenlerin ortalama ömrü 2 yıl 2 ay olmasına rağmen, 'halkım' diyerek dağa çıkan, herşeyi yoka sayan insanların örgütü....
Ailesini tehdit ederek evin Kürt çocuğunu dağa çıkarmaya yolluyan, bu çocukların 100'ünden 95'ini öldürebilen 'baş'ların olduğu bir örgüt...
Abdullah Öcalan...
Siyasi Bilimler Fakültesinde, devrimci Deniz ile çok yakın arkadaşken, 'ezilmiş halkı'ndan dolayı acı duyarak 'sosyalist' değil, 'devrimci Kürtçü' olmayı tercih eden bir liderin olduğu örgüt...
Gladio, İsrail, İran, K.Irak ve hatta ABD ile ilişki kurmayı başarabilmiş, derin izleri yıkmaya çalıştığı devlete karşı inen bir örgüt, PKK...
Peki ya hiç düşündünüz mü, İstanbul'da faşistlerin arasında Türk-Kürt ayrımını önemsemeden, salt iki-üç sofra hakaretine aldırmamazlık yapması gereken bir Kürt, niçin banyoyu, 3 öğün yemeği, seksi, kendini ve ailesini bırakıp 'dağa' çıkar?
Askere silah tutar?
Diyarbakır cezaevinde dedesine 'Kürt olduğu için' 3 öğün penis yediren Türkler yüzünden olabilir mi?
Yada Esat Bozkurt, şu ilk bakanlarımızdan, 'Türkten başka ırklar bu ülkede sadece hizmet edebilme, köle olma hakkına sahiptir!' dediği için, ve bu zihniyet hala bayrağını sürdürdüğü için olabilir mi?..
Belki de 'en iyi Kürt ölü Kürt'tür' diyen faşizan bir zihniyete karşı, ancak 'en iyi Türk askeri, ölü Türk askeridir' diyerek rahatladığı içindir...
Olabilir mi?
Bu reaksiyon, teşkilatlanma, nefret ve bıkmadan seferberliği sağlayan şey, gerçekten de Türk faşistlerinin yarattığı sebep olabilir mi?..
Eh, o zaman bir zahmet söyleyin bana....
Ben nasıl Diyarbakır Cezaevini sağlayanları, Türk milliyetçilerini, Esad Bozkurt'ları bir PKK'lıdan ayrı tutabilirim?..
PKK dediğimiz 'örgüt' hani...
Partiye Karkeye Kürdistan... Kürdistan İşçi Partsi...
Türklüğe karşı muazzam bir nefret, teşkilatlanma yolunda inanılmaz riskler, ve örgüte girenlerin ortalama ömrü 2 yıl 2 ay olmasına rağmen, 'halkım' diyerek dağa çıkan, herşeyi yoka sayan insanların örgütü....
Ailesini tehdit ederek evin Kürt çocuğunu dağa çıkarmaya yolluyan, bu çocukların 100'ünden 95'ini öldürebilen 'baş'ların olduğu bir örgüt...
Abdullah Öcalan...
Siyasi Bilimler Fakültesinde, devrimci Deniz ile çok yakın arkadaşken, 'ezilmiş halkı'ndan dolayı acı duyarak 'sosyalist' değil, 'devrimci Kürtçü' olmayı tercih eden bir liderin olduğu örgüt...
Gladio, İsrail, İran, K.Irak ve hatta ABD ile ilişki kurmayı başarabilmiş, derin izleri yıkmaya çalıştığı devlete karşı inen bir örgüt, PKK...
Peki ya hiç düşündünüz mü, İstanbul'da faşistlerin arasında Türk-Kürt ayrımını önemsemeden, salt iki-üç sofra hakaretine aldırmamazlık yapması gereken bir Kürt, niçin banyoyu, 3 öğün yemeği, seksi, kendini ve ailesini bırakıp 'dağa' çıkar?
Askere silah tutar?
Diyarbakır cezaevinde dedesine 'Kürt olduğu için' 3 öğün penis yediren Türkler yüzünden olabilir mi?
Yada Esat Bozkurt, şu ilk bakanlarımızdan, 'Türkten başka ırklar bu ülkede sadece hizmet edebilme, köle olma hakkına sahiptir!' dediği için, ve bu zihniyet hala bayrağını sürdürdüğü için olabilir mi?..
Belki de 'en iyi Kürt ölü Kürt'tür' diyen faşizan bir zihniyete karşı, ancak 'en iyi Türk askeri, ölü Türk askeridir' diyerek rahatladığı içindir...
Olabilir mi?
Bu reaksiyon, teşkilatlanma, nefret ve bıkmadan seferberliği sağlayan şey, gerçekten de Türk faşistlerinin yarattığı sebep olabilir mi?..
Eh, o zaman bir zahmet söyleyin bana....
Ben nasıl Diyarbakır Cezaevini sağlayanları, Türk milliyetçilerini, Esad Bozkurt'ları bir PKK'lıdan ayrı tutabilirim?..
Halk neden değişti?
Sol kesim demeyelim de artık, Atatürkçü kesimin 2004'ten beri yakındığı bir 'dertten' söz edelim...
'Niçin...' diyor Atatürkçüler, 'Başörtülü, muhafazakar kesim okumaya başladı? Öyle ki, üniversitelere kadar aktılar ve kafataslarının özgürlüğü için ses çıkarabilecek duruma geldiler?'
Şaşırmalarının sebebi, çok basit.. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, okuyan, tartışan, aydın-entelektüel kesim devrimler sayesinde anti-islamcı bir çizgiye oturtulmuştur.
Peki ya karakteristik olarak kimlerdi anti-islamcılar?
Rakı-balık sofrası okuyanlarıydı...
Başörtüsünü 'anormal gerici' bir tavır olarak görenlerdi...
Radikal laik, Atatürkçü, anti-demokrat, ordudan yana bir 'çakma solcu' kesimi oluşmuştur bu devirde...
1920'lerden, 1940'lara kadar çakma solcular 'devrin adamı' olmuştur... Din Kültürü dersinin, arapça harflerin, 'farklı' partilerin yasak olduğu, bunların da normal görüldüğü bir devrin çocukları olmuştur..
Bu yüzden onların çocukları da anti-islamcı, anti-demokrat, Atatürkçü 'gözüken' devri oluşturmuşlardır...
Sağcı, islamcı geçinen kesimse, zenginleşememiş, başörtülü kadınlar en fazla 'kapıcı karısı' kalabilmiş, islamcı erkeklerde korkuyla geleneğini sürdürmek istemiş, devrimleri, laikliği görmezden gelmiştir...
Eski sağ kesim daha sonra gerek 'cemaat'ler, gerek risaleler, gerek söylevlerle birleşmeye, zenginleşmeye çalışmış, nitekim de bunu başarmıştır...
Zenginleşen sağ kesim, okullar, yurtlar, gizli evler ile teşkilatlanma yoluna gitmiştir. Zaten, 20.yy ilk yarısında olan bu teşkilatlanma yüzünden şu anda F.Gülen ülkeye korku salmaktadır, 'ya böylesine bir patlama daha olursa?' diye...
Bu zenginleşme sonrası, artık 'kapalı kadın çocukları' da okumaya, düşünmeye, tartışmaya başlamıştır...
Siyasi partiler, iktidarlar, mitingler, kuruluşlarla birlikte 'sağ kesim' büyüme yoluna gitmiştir...
İşte bu yüzden, artık 'kapalı enteleküel', yahut 'islamcı aydın' kişiler vardır, bu yüzden bu kesim sesini yükseltmiştir.
'Niçin...' diyor Atatürkçüler, 'Başörtülü, muhafazakar kesim okumaya başladı? Öyle ki, üniversitelere kadar aktılar ve kafataslarının özgürlüğü için ses çıkarabilecek duruma geldiler?'
Şaşırmalarının sebebi, çok basit.. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, okuyan, tartışan, aydın-entelektüel kesim devrimler sayesinde anti-islamcı bir çizgiye oturtulmuştur.
Peki ya karakteristik olarak kimlerdi anti-islamcılar?
Rakı-balık sofrası okuyanlarıydı...
Başörtüsünü 'anormal gerici' bir tavır olarak görenlerdi...
Radikal laik, Atatürkçü, anti-demokrat, ordudan yana bir 'çakma solcu' kesimi oluşmuştur bu devirde...
1920'lerden, 1940'lara kadar çakma solcular 'devrin adamı' olmuştur... Din Kültürü dersinin, arapça harflerin, 'farklı' partilerin yasak olduğu, bunların da normal görüldüğü bir devrin çocukları olmuştur..
Bu yüzden onların çocukları da anti-islamcı, anti-demokrat, Atatürkçü 'gözüken' devri oluşturmuşlardır...
Sağcı, islamcı geçinen kesimse, zenginleşememiş, başörtülü kadınlar en fazla 'kapıcı karısı' kalabilmiş, islamcı erkeklerde korkuyla geleneğini sürdürmek istemiş, devrimleri, laikliği görmezden gelmiştir...
Eski sağ kesim daha sonra gerek 'cemaat'ler, gerek risaleler, gerek söylevlerle birleşmeye, zenginleşmeye çalışmış, nitekim de bunu başarmıştır...
Zenginleşen sağ kesim, okullar, yurtlar, gizli evler ile teşkilatlanma yoluna gitmiştir. Zaten, 20.yy ilk yarısında olan bu teşkilatlanma yüzünden şu anda F.Gülen ülkeye korku salmaktadır, 'ya böylesine bir patlama daha olursa?' diye...
Bu zenginleşme sonrası, artık 'kapalı kadın çocukları' da okumaya, düşünmeye, tartışmaya başlamıştır...
Siyasi partiler, iktidarlar, mitingler, kuruluşlarla birlikte 'sağ kesim' büyüme yoluna gitmiştir...
İşte bu yüzden, artık 'kapalı enteleküel', yahut 'islamcı aydın' kişiler vardır, bu yüzden bu kesim sesini yükseltmiştir.
24 Temmuz 2009 Cuma
Ş.N.T.
Hiçbir konu bulamadığım, yahut benden istediğin için değil, en sessiz olmana rağmen çok sevdiğim bir dost olabildiğin için yazıyorum seni.
Size de tanıtalım da, aile fotoğraflarını köşesinde sergileyen 'fıkra yazarı' konumuna düşmeyelim.
Nargile adasına düşseniz, yanınıza alacak biriidir kendisi...
Sessiz, bir o kadar 'deli', farklı, bu yüzden belki de çok sevdiğim biri...
Kibiri hemen hemen hiç olmadığı için, 'sıktım di' mi?' diyebilecek kadar dürüst, resim yapma konusunda eline su dökülmeyen biridir Şeymanur Tahmas...
Kadını...
Erkeği...
Hayatı...
Dinleri ve hatta ideolojileri sıkılmadan tartışan, bildiğini okumayan ve ikna etmesini sevdiğim bir...
Dost...
Hatun...
Daha ne olsun gibilerindendir...
Şeymanur Tahmaz.
Seni de seviyoruz şnt... (=
Size de tanıtalım da, aile fotoğraflarını köşesinde sergileyen 'fıkra yazarı' konumuna düşmeyelim.
Nargile adasına düşseniz, yanınıza alacak biriidir kendisi...
Sessiz, bir o kadar 'deli', farklı, bu yüzden belki de çok sevdiğim biri...
Kibiri hemen hemen hiç olmadığı için, 'sıktım di' mi?' diyebilecek kadar dürüst, resim yapma konusunda eline su dökülmeyen biridir Şeymanur Tahmas...
Kadını...
Erkeği...
Hayatı...
Dinleri ve hatta ideolojileri sıkılmadan tartışan, bildiğini okumayan ve ikna etmesini sevdiğim bir...
Dost...
Hatun...
Daha ne olsun gibilerindendir...
Şeymanur Tahmaz.
Seni de seviyoruz şnt... (=
22 Temmuz 2009 Çarşamba
Ayşe Arman

Ayşe Arman...
1.5 yıldır hemen hemen her gün okuduğum tek kadın yazardır kendisi...
Hani, son günlerde konuşulur oldu ya. 'Türkiye'nin en seksi ikinci kadını' seçilmesi... Yeni fark ediyorlar Arman'ı...
Arman, çok mu güzel?
Hayır...
Vücudu çok mu 'taş'?
Taş, ama ikincilik kadar değil...
Pekiii, nedir Arman'ı seksi kılan şey?..
Bugünkü yazısında bazı arkadaşlarının görüşlerini belirtmiş, ben hiçbirine katılmadım...
Ayşe Arman benim için de en seksi yazardır, onu benim gözümde seksi kılan şey...
Özgür olmasıdır...
Bir kadın ve anne olarak özgür olabilmesi...
Fatih/Çarşamba'da mini etekle gezmesidir onu seksi kılan...
Reina'ya kapalı olarak girmeye çalışmasıdır...
Bu aralar yazmasa da, 'sevgili'siyle gece yaşadığı tüm fantezileri köşe yazısına dökebilmesidir...
Kızına 'iyi sevişmenin yolları'nı öğretmesi, yapmacıklıktan kaçmasıdır...
Sekse düşkünlüğüne rağmen anket merakıdır, ansiklopedik bilgileridir, sosyetelidiğidir...
Bu anlamda tam bir 'özgüre'dir Arman...
Bu yüzden ikincidir...
Onu bu kadar çok seviyorum ama, sorsanız, 'eşin de köşe yazarı olsa, bunları yazdırır mıydın?' diye...
Bilemem derim...
Zincirlerimi bu derece kırabilir miyim, bilemem...
Asmayabilirler
Kenan Evren'in, "bu millete sorun bakalım, asın derlerse kendimi asarım" tarzı bir cümle kurması, aslında insanı düşündürmüyor değil. Evet, kendisi cunta için '500 gün bekledik' dedi, bu gafıyla binlerce gencin ölümüne göz yumduğunu, buna neden olduğunu itiraf etti...
Ama...
Yasa referandumunda yüzde kaç Evren'in yasasına 'evet' dedi?
%98...
Neredeyse tüm Türkiye... Ne neredeysesi, tüm Türkiye evet demiştir Evren'e...
Dedemle sohpet ederken, kendisi de yasaya 'evet' dediğini söyledi bana, 'neden peki?' dediğimde güldü, evlat, dedi, 'benim oğlumun, karımın, kızımın can güvenliği mi vardı sanıyorsun?
Sokaktan geçen milliyetçi komünisti, komünist milliyetçiyi düdüklüyordu...
İçeri atılmıyor, soruşturması yapılmıyordu...
Yarın...
Yarın bir daha öldürüyordu...
Hayır deseydik, katliama 'devam' diyecektik... Denize düştük, yılana sarıldık...'
Kenan Evren dalgalı bir okyanusun yılanıydı, ve istediği kadar tiksinsin, demokratı da, liberali de, komünisti de, faşisti de 'evet' demek zorunda kalmıştır Evren'e...
Şimdi hergün yeni bir darbecinin haberlere çıkması da...
Düşündürüyor insanı...
'Ya asmazlarsa?' diye...
Ama...
Yasa referandumunda yüzde kaç Evren'in yasasına 'evet' dedi?
%98...
Neredeyse tüm Türkiye... Ne neredeysesi, tüm Türkiye evet demiştir Evren'e...
Dedemle sohpet ederken, kendisi de yasaya 'evet' dediğini söyledi bana, 'neden peki?' dediğimde güldü, evlat, dedi, 'benim oğlumun, karımın, kızımın can güvenliği mi vardı sanıyorsun?
Sokaktan geçen milliyetçi komünisti, komünist milliyetçiyi düdüklüyordu...
İçeri atılmıyor, soruşturması yapılmıyordu...
Yarın...
Yarın bir daha öldürüyordu...
Hayır deseydik, katliama 'devam' diyecektik... Denize düştük, yılana sarıldık...'
Kenan Evren dalgalı bir okyanusun yılanıydı, ve istediği kadar tiksinsin, demokratı da, liberali de, komünisti de, faşisti de 'evet' demek zorunda kalmıştır Evren'e...
Şimdi hergün yeni bir darbecinin haberlere çıkması da...
Düşündürüyor insanı...
'Ya asmazlarsa?' diye...
21 Temmuz 2009 Salı
İyi yaptılar
Katsayılar kalktı İmam Hatipler için, hayırlı olsun, iyi yaptılar... Saçma sapan bir şeydi zaten, eşitsizlikti...
Ah, eşitsizlik demişken... Solcular bu 'eşitliği' beğenmemiş, yok yahu, sol taşağımın değil, sol siyasetin insanları bunlar...
Ah, eşitsizlik demişken... Solcular bu 'eşitliği' beğenmemiş, yok yahu, sol taşağımın değil, sol siyasetin insanları bunlar...
Neden? #2
Neden bazen kendimizden utanıyoruz? Yaptığımız bir hareket, söylediğimiz bir söz, itiraflarımız, düşüncelerimiz...
Çok mu Haşmet'e benzedi?
Hayır, yaşandıysa öyle değil... 'mahalle baskısı' dediğimiz şey tam olarak da bu aslında. 'Bu saatten sonra daha olmaz'lar, 'saçmalama'lar, aslında 'nasihat'tan çok, 'bence' kısmından çok, davranışlarımızın değişmesine yol açıyor...
Neden peki?
Çarşaflı bir annenin kızı, kapalı olmak yerine açık saçık giyinerek, üniversite de canının çektiğiyle yatarak kendi hayatını çiziyorsa, niçin adı 'orospu' oluyor? Benliğinden, ailevi karakterinden sıyrılmayı başarabilmiş bir 'insan' niçin hakarete maruz bırakılıyor da...
Yine aynı aileden çıkan 'erkek birey', kaçamak rakı-balıklarına, vodka-kahvelerine, eve kadın atmalarına devam ederken kahraman oluyor?...
'Mahalle baskısı' tam olarak da bu diyorum size...
Neden peki?
Neden hala, binlerce yıldır 'dogma' dediğimiz 'şey'leri kırmayı başaramadık? Niçin hala BBC kanalında bile, 'homoseksüellikle mücadele' programı yapılmakta?
İncil'de buna sertçe karşı çıkıldığı için mi?
Ve hiç düşündünüz mü, ilk çağ insanını, orta çağ türkünü bile işlerken, yakın tarihe çok çok yaklaşırken; İttihatçı devrimleri, Birinci Dünya Muharebesi, Kurtuluş Savaşı, antlaşmalar, 20.yy İngilteresi, Fransası, İtalyası, Yunanistanı, Ermenistanı...
Derken, 1938 ile son buluyoruz?
İnönü'yü, Menderes'i, Bayar'ı, Demirel'i, Evren'i...
CHP'yi, SHP'yi, DP'yi, AP'yi, TKP'yi, MHP'yi... niçin hala öğretmiyorlar, anlatmıyorlar bize?
'60 cuntasını, '80 cuntasını, 28 Şubat'ı...
Ayşe tatile çıksınları...
Niçin öğretmiyorlar? Çekiniyorlar mı?
Neden diyorum size?
Neden?
Neden?...
Çok mu Haşmet'e benzedi?
Hayır, yaşandıysa öyle değil... 'mahalle baskısı' dediğimiz şey tam olarak da bu aslında. 'Bu saatten sonra daha olmaz'lar, 'saçmalama'lar, aslında 'nasihat'tan çok, 'bence' kısmından çok, davranışlarımızın değişmesine yol açıyor...
Neden peki?
Çarşaflı bir annenin kızı, kapalı olmak yerine açık saçık giyinerek, üniversite de canının çektiğiyle yatarak kendi hayatını çiziyorsa, niçin adı 'orospu' oluyor? Benliğinden, ailevi karakterinden sıyrılmayı başarabilmiş bir 'insan' niçin hakarete maruz bırakılıyor da...
Yine aynı aileden çıkan 'erkek birey', kaçamak rakı-balıklarına, vodka-kahvelerine, eve kadın atmalarına devam ederken kahraman oluyor?...
'Mahalle baskısı' tam olarak da bu diyorum size...
Neden peki?
Neden hala, binlerce yıldır 'dogma' dediğimiz 'şey'leri kırmayı başaramadık? Niçin hala BBC kanalında bile, 'homoseksüellikle mücadele' programı yapılmakta?
İncil'de buna sertçe karşı çıkıldığı için mi?
Ve hiç düşündünüz mü, ilk çağ insanını, orta çağ türkünü bile işlerken, yakın tarihe çok çok yaklaşırken; İttihatçı devrimleri, Birinci Dünya Muharebesi, Kurtuluş Savaşı, antlaşmalar, 20.yy İngilteresi, Fransası, İtalyası, Yunanistanı, Ermenistanı...
Derken, 1938 ile son buluyoruz?
İnönü'yü, Menderes'i, Bayar'ı, Demirel'i, Evren'i...
CHP'yi, SHP'yi, DP'yi, AP'yi, TKP'yi, MHP'yi... niçin hala öğretmiyorlar, anlatmıyorlar bize?
'60 cuntasını, '80 cuntasını, 28 Şubat'ı...
Ayşe tatile çıksınları...
Niçin öğretmiyorlar? Çekiniyorlar mı?
Neden diyorum size?
Neden?
Neden?...
20 Temmuz 2009 Pazartesi
Gibi, mesela yani
Sigara yasağı çıktı ya...
Genç siviller boş durmadı yine... Seviyorum onları yani, demokratik çocuklar. (kabul, götüm kalktı.)
Sevgili Can kardeşimin de söylediği gibi, tamamen gereksiz olmasa da, 'daha iyi olabilirdi' dedirten bir yasadır bu. Biz konumuza dönelim, ve Genç Siviller'in yeni çağrısına katkıda bulunalım.
Genç Tiryakiler diyor ki:
Sn. Deniz Baykal, ve 40 yasa iptali için Anayasa Mahkemesine başvuran kardeş CHP'liler, yine sapıtan ve ülkeyi satan bu hükümetin sigara yasağı yasası için de Anayasa Mahkemesine başvurun, ve bizi bu dertten kurtarın. Tek çaremiz sizsiniz, noolurr....
Teşekkürler.
Genç siviller boş durmadı yine... Seviyorum onları yani, demokratik çocuklar. (kabul, götüm kalktı.)
Sevgili Can kardeşimin de söylediği gibi, tamamen gereksiz olmasa da, 'daha iyi olabilirdi' dedirten bir yasadır bu. Biz konumuza dönelim, ve Genç Siviller'in yeni çağrısına katkıda bulunalım.
Genç Tiryakiler diyor ki:
Sn. Deniz Baykal, ve 40 yasa iptali için Anayasa Mahkemesine başvuran kardeş CHP'liler, yine sapıtan ve ülkeyi satan bu hükümetin sigara yasağı yasası için de Anayasa Mahkemesine başvurun, ve bizi bu dertten kurtarın. Tek çaremiz sizsiniz, noolurr....
Teşekkürler.
Aşk, Çarşaf ve Seks
Garipsenecek bir üçlü, değil mi?
Bence öyle. Aşık olmak, seks yapmak ve çarşaf kullanmak...
Herhangi biri hakkında konuştuğunuzda, diğer ikisinden konu açılmayacak gibi, hem, bırakın konu açılmasını, aklınızdan bile geçmeyecek gibi bir üçlü.
Belki, aşık olunan bir çarşaflı bayanla evlilik sonrası seksi tartışırsanız...
Yada seks yaptığınız bir kadına aşık olup onu çarşafa bağlamayı düşünürseniz...
Güzel mi? Değil...
Konuya nerden mi geldik? Uzuuun, çok uzun tartışmalar sonucu bağlandı bu 3 konu birbirine. Sıralanış olarak hatırlamasamda, unutulmaz ve çok zevkli bir tartışmaydı benim için...
Diyalog halinde vereceğim şimdi, döngüleri yazmadan özet geçeceğim, 'eskiden' çok sevdiğim, İsmailağalı genç arkadaşımla geçen tartışmamızı...
İyi seyirler Türkiye...
* * *
-Hiç aşık oldun mu?
-Hayır, aslında bir kaç kere oldum ama...
-Ama ne?
-Başı açıktı... İstemedim sadece...
-Nasıl yani, sanane bundan? Evlenecek misin sanki?
-Bunu kim bilebilir ki?
-Bilen bilir... Evlenseniz bile bu sorun değil.
-Sorun tabiki! Nasıl değil? Evlilikten ne anlıyorsun sen?
-Ne biliyim... Beraberliğin devamlılığı, yahut resmiyeti olabilir...
-Hah!
-Ne?
-Evlilik sadece zinayı önlemektir, başka bir şey değil.
-Aşk?
-Zaten bir süre sonra bitiyor, azalıyor, sönüyor... Kime sorarsan sor, aynısını söyler... Başlarken olmasa da olur benim için, mantık evliliği olduktan sonra...
-Bu mu mantık? 24 saat birlikte olduğun kadını, dışarda sikin kalkmasın diye kullanmak?
-Ben öyle bi' şey demedim!...
-Ne dedin? Başı açık diye istemem diyorsun, zinamı önlesin yeter diyorsun, cariye arıyorsun sen İsmailağalı, bu mu müslümanlığın?
-Bak, evvela başı açık hususu... Başı açık biriyle evlenmem bu devirde. Güvenmem, güvensem günahını çekemem, günahını çeksem çocuğuma anne dedirtmem...
-Neyin günahını çekiyorsun?
-Kadının! Kur'anda başörtüsü yok diyecek kadar mı değiştin sen?
-Herkesin günahı kendine diye biliyorum ben, demek eşlerin günahları da 'er kişi'ye yazılıyormuş...
-Nasıl?
-Sen öyle dedin. Başı açığa güvenmezmişsin ya hani, günahını çekmezmişsin... Sanane diyorum kadından... Açık, kapalı, müslüman...
-Sadece açık olmayacak zaten, çarşaf şart der Ahmet Hoca! (cüppeliyi kastediyor)
-İyi de, hani zinanı önleyecekti bu başı açık olmayacak olan karın senin... Çarşaflı kadını nasıl beğenip de sevişeceksin?
-Bunun İslam'da yolları var... Kadının başını evlenmek niyetiyle açabiliyorsun, ve hatta yüzüne, gözüne, dişlerine bile bakabiliyorsun...
-Bak sen... Her geçen çarşaflıya 'pardon, seni sikebilir miyim?' diye sormak lazım o zaman...
-Tövbe tövbe...
-Şimdi de tövbelere başladın ama sen... Hem aşk aramıyorsun, çarşaflıyla sevişmek zorunda hissediyorsun kendini, hem de işe tövbeyi karıştırıyorsun. Yanlışsın, yanlış!..
-Sus, tamam, ezan okunuyor...
* * *
Ve işte müthiş koalisyonumuz çıktı ortaya: Aşk, çarşaf ve seks!..
Fakat garip, değil mi?.. Yazarken de düşündüm, tartışırken de, tartıştıktan sonra da.. Yeni şeyler öğrenmek kadar zevkli bir şey yok, inanın bana...
Bence öyle. Aşık olmak, seks yapmak ve çarşaf kullanmak...
Herhangi biri hakkında konuştuğunuzda, diğer ikisinden konu açılmayacak gibi, hem, bırakın konu açılmasını, aklınızdan bile geçmeyecek gibi bir üçlü.
Belki, aşık olunan bir çarşaflı bayanla evlilik sonrası seksi tartışırsanız...
Yada seks yaptığınız bir kadına aşık olup onu çarşafa bağlamayı düşünürseniz...
Güzel mi? Değil...
Konuya nerden mi geldik? Uzuuun, çok uzun tartışmalar sonucu bağlandı bu 3 konu birbirine. Sıralanış olarak hatırlamasamda, unutulmaz ve çok zevkli bir tartışmaydı benim için...
Diyalog halinde vereceğim şimdi, döngüleri yazmadan özet geçeceğim, 'eskiden' çok sevdiğim, İsmailağalı genç arkadaşımla geçen tartışmamızı...
İyi seyirler Türkiye...
* * *
-Hiç aşık oldun mu?
-Hayır, aslında bir kaç kere oldum ama...
-Ama ne?
-Başı açıktı... İstemedim sadece...
-Nasıl yani, sanane bundan? Evlenecek misin sanki?
-Bunu kim bilebilir ki?
-Bilen bilir... Evlenseniz bile bu sorun değil.
-Sorun tabiki! Nasıl değil? Evlilikten ne anlıyorsun sen?
-Ne biliyim... Beraberliğin devamlılığı, yahut resmiyeti olabilir...
-Hah!
-Ne?
-Evlilik sadece zinayı önlemektir, başka bir şey değil.
-Aşk?
-Zaten bir süre sonra bitiyor, azalıyor, sönüyor... Kime sorarsan sor, aynısını söyler... Başlarken olmasa da olur benim için, mantık evliliği olduktan sonra...
-Bu mu mantık? 24 saat birlikte olduğun kadını, dışarda sikin kalkmasın diye kullanmak?
-Ben öyle bi' şey demedim!...
-Ne dedin? Başı açık diye istemem diyorsun, zinamı önlesin yeter diyorsun, cariye arıyorsun sen İsmailağalı, bu mu müslümanlığın?
-Bak, evvela başı açık hususu... Başı açık biriyle evlenmem bu devirde. Güvenmem, güvensem günahını çekemem, günahını çeksem çocuğuma anne dedirtmem...
-Neyin günahını çekiyorsun?
-Kadının! Kur'anda başörtüsü yok diyecek kadar mı değiştin sen?
-Herkesin günahı kendine diye biliyorum ben, demek eşlerin günahları da 'er kişi'ye yazılıyormuş...
-Nasıl?
-Sen öyle dedin. Başı açığa güvenmezmişsin ya hani, günahını çekmezmişsin... Sanane diyorum kadından... Açık, kapalı, müslüman...
-Sadece açık olmayacak zaten, çarşaf şart der Ahmet Hoca! (cüppeliyi kastediyor)
-İyi de, hani zinanı önleyecekti bu başı açık olmayacak olan karın senin... Çarşaflı kadını nasıl beğenip de sevişeceksin?
-Bunun İslam'da yolları var... Kadının başını evlenmek niyetiyle açabiliyorsun, ve hatta yüzüne, gözüne, dişlerine bile bakabiliyorsun...
-Bak sen... Her geçen çarşaflıya 'pardon, seni sikebilir miyim?' diye sormak lazım o zaman...
-Tövbe tövbe...
-Şimdi de tövbelere başladın ama sen... Hem aşk aramıyorsun, çarşaflıyla sevişmek zorunda hissediyorsun kendini, hem de işe tövbeyi karıştırıyorsun. Yanlışsın, yanlış!..
-Sus, tamam, ezan okunuyor...
* * *
Ve işte müthiş koalisyonumuz çıktı ortaya: Aşk, çarşaf ve seks!..
Fakat garip, değil mi?.. Yazarken de düşündüm, tartışırken de, tartıştıktan sonra da.. Yeni şeyler öğrenmek kadar zevkli bir şey yok, inanın bana...
16 Temmuz 2009 Perşembe
Üşüyorum demiştim
Yazın özlediğim 'üşüme' duygusunu tekrar yaşıyabilmemin en iyi yolu, 22.00-23.00 arası yaptığım banyodan sonra, saçımı yalnızca sepet karıştırır gibi havluyla sertçe üstünden geçerek bırakmak, ve o haldeyken balkona oturmaktır.
Üşümek...
Garip şey aslında... Yok, materyal anlamda demiyorum tabi ki.
Soğumak da diyebiliriz buna...
Sıkılmak, yaka silkmek...
Vazgeçmek...
Üşümek, vücuda; soğumak bize yani... Anlatabildim mi?
Hayır. Yada evet. Kim bilir?
Çabuk sıkılmak yada vazgeçtiğine şaşırmak, garip şey diyorum...
Yemekten, tütünden, zevklerinden, çalışmaktan, gezmekten, bireyden...
Niçin çabuk sıkılırız hem? Sıkıldığımızı ne zaman anlarız? Nerede sıkılırız, soğuruz?
Gerçeğini anladığımızda mı? Hazzına ulaştığımızda mı?
Hazza ulaşmadan 'gerçeği'ni göremiyor muyuz peki? Hayır, ille de hazzı tadacağız yani...
Açlıkta yemeği, yemek sonrası sigarayı, azgınlıkta seksi, gecenin kaçamak içkilerini, ibadeti, anarşiyi ve lanet olsun, bireyi, bireyleri...
Tanımadan, dokunmadan, içine inmeden soğumayacağız...
En derinine kadar tattıktan sonra sıkılacağız...
Ve tekrar geri dönmesini arzularken, karşıdakinin bizden kaçtığını anlıyacağız. Roller hep değişecek, seneryolar daima aynı kalacak.
Yanaşmadan, soğuyamayacağız...
Sıkılamayacağız ulan!
Üşümek...
Garip şey aslında... Yok, materyal anlamda demiyorum tabi ki.
Soğumak da diyebiliriz buna...
Sıkılmak, yaka silkmek...
Vazgeçmek...
Üşümek, vücuda; soğumak bize yani... Anlatabildim mi?
Hayır. Yada evet. Kim bilir?
Çabuk sıkılmak yada vazgeçtiğine şaşırmak, garip şey diyorum...
Yemekten, tütünden, zevklerinden, çalışmaktan, gezmekten, bireyden...
Niçin çabuk sıkılırız hem? Sıkıldığımızı ne zaman anlarız? Nerede sıkılırız, soğuruz?
Gerçeğini anladığımızda mı? Hazzına ulaştığımızda mı?
Hazza ulaşmadan 'gerçeği'ni göremiyor muyuz peki? Hayır, ille de hazzı tadacağız yani...
Açlıkta yemeği, yemek sonrası sigarayı, azgınlıkta seksi, gecenin kaçamak içkilerini, ibadeti, anarşiyi ve lanet olsun, bireyi, bireyleri...
Tanımadan, dokunmadan, içine inmeden soğumayacağız...
En derinine kadar tattıktan sonra sıkılacağız...
Ve tekrar geri dönmesini arzularken, karşıdakinin bizden kaçtığını anlıyacağız. Roller hep değişecek, seneryolar daima aynı kalacak.
Yanaşmadan, soğuyamayacağız...
Sıkılamayacağız ulan!
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Korkmayın, sadece deliyim.
Şu mahalle baskısı dedikleri şey...
Hissedeniniz var mı? Topluma dayalı bir baskıyla, hareketlerini, hal ve tavırlarını, söylemlerini değiştireniniz var mı aranızda?
Aile içinde, okulda yahut sokakta...
Hiç farketmez...
Kendine uyan çevreyi seçmek yerine, seçildiği çevreye uyanlar hani...
Var mı?
Başka bir perspektif...
Ailesinin dogmalarını aşıp, kimi noktalarda itiraz eden, fikir bildireniniz var mı?
Ailesi bu ortama müsait olan?
Okulunda sadece 'doğruyu savunduğunu' göstermek için, öğretmenine, müdür muavinine ve hatta müdüre karşı çıkabilenler, kaç kişisiniz?
Sevgilisinden, daha ileri, sözlüsünden yahut eşinden, tek bir kelimenin bile inadını yaşıyarak ayrılan?
Ayrılabileniniz var mı?...
Dinini istediği gibi yaşıyabileniniz kaç kişidir?
İnancını, davasını, ideolojisini herkese, her yerde belli edenler; kaç kişisiniz?
Mahalle baskısını kendisine hissettirmeyenler diyorum...
Mahallenin 'manyak' dedikleri, 'problemi, sorunlu, hayta' dedikleri....
Yalnızca kendisiyle yetinenleri...
Yetinebileceğini bilenleri...
Deliler!...
Deli olduğunu bilenler...
Sevinenler ve sevilenler...
Kaç kişisiniz?
Kaç kişiyiz?...
Kaç kişiyiz...
Hissedeniniz var mı? Topluma dayalı bir baskıyla, hareketlerini, hal ve tavırlarını, söylemlerini değiştireniniz var mı aranızda?
Aile içinde, okulda yahut sokakta...
Hiç farketmez...
Kendine uyan çevreyi seçmek yerine, seçildiği çevreye uyanlar hani...
Var mı?
Başka bir perspektif...
Ailesinin dogmalarını aşıp, kimi noktalarda itiraz eden, fikir bildireniniz var mı?
Ailesi bu ortama müsait olan?
Okulunda sadece 'doğruyu savunduğunu' göstermek için, öğretmenine, müdür muavinine ve hatta müdüre karşı çıkabilenler, kaç kişisiniz?
Sevgilisinden, daha ileri, sözlüsünden yahut eşinden, tek bir kelimenin bile inadını yaşıyarak ayrılan?
Ayrılabileniniz var mı?...
Dinini istediği gibi yaşıyabileniniz kaç kişidir?
İnancını, davasını, ideolojisini herkese, her yerde belli edenler; kaç kişisiniz?
Mahalle baskısını kendisine hissettirmeyenler diyorum...
Mahallenin 'manyak' dedikleri, 'problemi, sorunlu, hayta' dedikleri....
Yalnızca kendisiyle yetinenleri...
Yetinebileceğini bilenleri...
Deliler!...
Deli olduğunu bilenler...
Sevinenler ve sevilenler...
Kaç kişisiniz?
Kaç kişiyiz?...
Kaç kişiyiz...
14 Temmuz 2009 Salı
Komünistler ve Faşistler

Sürekli uzağında durduğum 2 ideoloji...
Komünizm, faşizm...
Ben, 'ben' olduğumdan beri, sıkı bir liberal-demokratım, zaten yarım saatlik bir sohpetten sonra, pek sevgili Troçkitist arkadaşım Anıl'ın da belirttiği gibi: 'tipik bir liberalsin dostum' cümlesini duymam mümkün.
Bu 2 ideolojiye mesafemin sebepleri her biri için ayrı ayrı mevcut. Dilerseniz, sol çizgiden, komünizmden başlıyalım.
Komünizm, en başta bir ideolojiden çok, bir ütopyadır. Çünkü kapitalizm öyle bir çekmiştir ki insanı yanına, sosyalizm eşitliğinin yanına bırakın yaklaştırmayı, öğretisini dahi kaldırmıştır.
Bu yüzden eleştiriye 'sosyalizm' çizgisinden başlamak daha doğru olacaktır.
En asgari bilgi düzeyinde, nedir sosyalizm?
Eşitlik...
Sınıfsızlık...
İşçi tahtı...
Sosyalizm en önce, Marx'tan da önce İngiliz Owen ile atar temellerini, ve köleleştirilen, göç ettirilen ve zenginleşmesi, yaşaması, ayaklanması zor olan işçiyi savunur...
İşçi sınıfı için en azından 'mesai' saatleri gerekliliğini ister...
Onlara 'emeğinin karşılığı' olan ücreti takdim eder...
Daha sonra, Alman Marx'tan sonra artı değer gibi tezler üretilir, devrim hayalleri kurulur. Çünkü bu tezlerden önce, 'işçi' sınıfı hayvan muamelesi görmektedir ve burjuvazinin, sermayenin köpeği haline getirilmektedir.
İnanın, o dönemde ben de yaşasaydım, iflah olmaz bir Marksist olur, işçi hakkını savunurdum. Ancak şimdi ne Marksizm, ne komünizm ne de sosyalizm zamanıdır.
İşçiye neo-liberal kapitalizm, eğitim hakkı tanımıştır; onlara ücret vermiş, zenginleşmesi için ortam dahi hazırlamış, sendikaları desteklemiştir...
Artık işçi sınıfı, 17.yy işçisi değildir. Dolayısıyla aşırı bir 'hak savunma' gayretine girmeye lüzum dahi yoktur.
Eşitlik?
Eşitlik, mümkün olmayan bir 'şirinler dünyası'dır, çünkü eşitliğin yerine kapitalizm, 'adalet'i getirmiştir. Hakkı, hukuku, sınıf farkında geçiş olmamasını kaldırmıştır.
Dolayısıyla, ne işçi sınıfını 'savunan' ideoloji devrin ideolojisidir, ne de şirinler köyü yaşanabilir bir merkez.
Faşizmi ise, tabii ki İtalyan milliyetçiliği olarak değil, gündelik faşizm olarak kullanacağım. Gerçi, niçin faşist olmadığımı açıklamak da gayet komiktir, fakat olsun.
Nasyonel sosyalizm, faşizm ve nazizm, sosyo-ekonomik kuramlarına bakmaksızın aynı boktur. Ülkemizde faşistlik adını 'türkçülük' olarak, 'şeriatçılık' olarak, 'ülkücülük' olarak değiştirmiştir, olmayan aklın altında yatan maske, yine aynıdır.
Yazdığım 3 cahil cühela ideolojiye niçin mi saygı duymuyorum?
Sadece, saygı duymuyorum...
13 Temmuz 2009 Pazartesi
Sadece dinleyin

Yann Tiersen'i bileniniz elbet vardır. Elime bir cd'si geçti, tamamen tesadüfi...
D&R'da 'Saray ve Ötesi'ni arıyordum, -yoktur demeyin, sipariş üstüne getiriyorlar- daha önce Roma'da ismini duyduğum, okuduğum ve konserinde canlı dinlediğim bu adamın ismi çarptı gözüme: 'Yann Tiersen, Amelié from Mortré...'
Film uyarlamaları ve kendi yorumlarıyla Tiersen, yine kulağımın pisini alıyor doğrusu, hepinize tavsiye ederim. Klasik / dilsiz müziğe uzak olsanız bile, Tiersen'i kırmayın, es geçmeyin.
Sadece dinleyin...
12 Temmuz 2009 Pazar
Dost
Richard Dawkins okur musunuz? (haşa!)
Pek severim kendisini, hemen hemen tüm kitaplarımı okumuşumdur. Skolostizm-dogmatizmi kendisi adına yıkan, cüretkar şekilde ulusal inancını eleştiren birini nasıl sevmeyebilirim.
Kör Papaz kitabını tatilde bitirmiş bulunmaktayım, ilginçtir, bilindik dine saldırıları içinde 'dost'u işlemiş, hoşuma gitti...
"Tanrı" diyor Dawkins, "bizim dostumuz değil, hiçbir şeyimiz olmalıdır. çünkü tanrı yardımlara koşmayan, yanında olmayı beceremeyen, 'belki dönerim' diyerek duayı başınıza uyduran bir yalancıdır; insanoğlunun yarattığı dandik bir yalancı..."
Tabii ki tanrı'ya inancım var, burada asıl önemle olan Dawkins'in dostu tanımlaması.
Dost, yanında olan, çağrılara cevap veren, önemseyendir diyor aslında Tanrı dost değildir derken..
Kendisine katılıyorum, katılmak zorundayım. Kötü anlarında çekip giden, ısrarla önemsemediğini belirten kimseden 'yakın' olmaz. O kişi yalnızca var olur.
Bana bunu gösterdiği için, Dawkins'e teşekkürü borç bilirim.
Üzgünüm.
Pek severim kendisini, hemen hemen tüm kitaplarımı okumuşumdur. Skolostizm-dogmatizmi kendisi adına yıkan, cüretkar şekilde ulusal inancını eleştiren birini nasıl sevmeyebilirim.
Kör Papaz kitabını tatilde bitirmiş bulunmaktayım, ilginçtir, bilindik dine saldırıları içinde 'dost'u işlemiş, hoşuma gitti...
"Tanrı" diyor Dawkins, "bizim dostumuz değil, hiçbir şeyimiz olmalıdır. çünkü tanrı yardımlara koşmayan, yanında olmayı beceremeyen, 'belki dönerim' diyerek duayı başınıza uyduran bir yalancıdır; insanoğlunun yarattığı dandik bir yalancı..."
Tabii ki tanrı'ya inancım var, burada asıl önemle olan Dawkins'in dostu tanımlaması.
Dost, yanında olan, çağrılara cevap veren, önemseyendir diyor aslında Tanrı dost değildir derken..
Kendisine katılıyorum, katılmak zorundayım. Kötü anlarında çekip giden, ısrarla önemsemediğini belirten kimseden 'yakın' olmaz. O kişi yalnızca var olur.
Bana bunu gösterdiği için, Dawkins'e teşekkürü borç bilirim.
Üzgünüm.
Nefret kusan yazı
Evet, bitti tatilim, ve döndüm. Yine burdayım. Özledim de yazmayı, bağımlılık yapıyor blogspot şeysi.
Her neyse, tatilimi uzun uzadıya anlattığım bir yazı yazacağım elbet, şu anda 'havamda' değilim sadece. Assos-Esenköy tatiliydi bu, güzeldi, hoştu, sessizdi ve sevdiğim gibiydi diyebilirim şimdilik...
Tabii ben yokken Engin Ardıç'ın dediği gibi, 'jungle' rahat durmadı yine. Albaylar, cinayetler, CHP'likler aldı başını gitti...
Mevzu nedir? Sivilleşme...
Sivilleşme, 'halk' içindir, devlet yahut ordu için değil. Açıkçası, ordu ve devlet için kimsenin kılını kıpırdatması gerektiğini de sanmıyorum.
Merak ettiğim, CHP niçin ordunun taşaklarını yalamaktan vazgeçmiyor? Bir albay, darbe işine girişen bir albayın bile tutuklanmasına tahammül edemiyor?
Kendisine giren çıkan bir şey mi vardır?
Kendi partisini bile zamanında tek casede kapatan bir cunta mantığını, niçin savunmaktan kendini alamıyor?
Kusmuk tadı veriyor 2009 CHP'si; çekilmez, bildiğini okuyan bir moruk, söz geçirilemeyen bir çingene, kocasını aldatan bir kaltak...
Her neyse, tatilimi uzun uzadıya anlattığım bir yazı yazacağım elbet, şu anda 'havamda' değilim sadece. Assos-Esenköy tatiliydi bu, güzeldi, hoştu, sessizdi ve sevdiğim gibiydi diyebilirim şimdilik...
Tabii ben yokken Engin Ardıç'ın dediği gibi, 'jungle' rahat durmadı yine. Albaylar, cinayetler, CHP'likler aldı başını gitti...
Mevzu nedir? Sivilleşme...
Sivilleşme, 'halk' içindir, devlet yahut ordu için değil. Açıkçası, ordu ve devlet için kimsenin kılını kıpırdatması gerektiğini de sanmıyorum.
Merak ettiğim, CHP niçin ordunun taşaklarını yalamaktan vazgeçmiyor? Bir albay, darbe işine girişen bir albayın bile tutuklanmasına tahammül edemiyor?
Kendisine giren çıkan bir şey mi vardır?
Kendi partisini bile zamanında tek casede kapatan bir cunta mantığını, niçin savunmaktan kendini alamıyor?
Kusmuk tadı veriyor 2009 CHP'si; çekilmez, bildiğini okuyan bir moruk, söz geçirilemeyen bir çingene, kocasını aldatan bir kaltak...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)