iyi seyirler okuyan...
bi' şeyler var
var ki yazıyoruz...
21 Ağustos 2011 Pazar
Taşındık...
bir arkadaşım "eski bloguna da ulaştım" deyince hatırıma geldi burası. lafı uzatmadan yeni sitemizi sunuyorum:
16 Şubat 2011 Çarşamba
hey gidi hey...
buraya yazmayı bile özlemişim. o kadar çok konu var ki "işlenecek", aklıma bir tane bile gelmiyor...
ama öncelikle şuna bir itirazım var: ibrahim üzülmez'in atılmasından dolayı "başkan" üzgün, "deli ibrahim" üzgün, "medya" üzgün, "taraftar" üzgün, "teknik kadro" üzgün...
iyi de kardeşim... kim kovdu bu adamı yahu?
bilmediğimiz bir "güç" mü yolladı takımdan "merhum"u?
oh! buraya çok rahat yazabiliyorum. twitter'da 140 kelimelik şansınız oluyor.
twitter demişken...
çoğu ünlüyü "sevmiyorken/seviyor", çoğuna ise "sempati duyuyorken/sevmiyor" hale geldim.
en başta: ahmet hakan coşkun.
çok deli dolu bir adam... "sanal alem"de "takılmayı" biliyor: latifeyi, ciddiyeti, makarayı falan aynı anda tutuyor yani. ama şunu da söyleyeyim: biraz "asosyal" takılıyor. tam "nişantaşı yazarı" anlıyacağınız.
ahmet hakan'ın "dönek" olması konusundaki fikirlerimi daha önce yazmıştım... (burası benim ya, çok acayip hava basasım geliyor. aldırmayın.)
hemen "aynı tayfadan" bir adam daha geliyor aklıma: cüneyt özdemir. cnn'deki "5N 1K"nın sunucusu...
ekranlarda çok sempatik biriydi; samimiydi, "ortada"ydı... şimdi... şimdi yalnızca tek tarafta duran, sıkıcı "twit"ler atan, "sıradan" bir sunucu benim için...
asıl isme gelmedik! ebru polat...
bir-iki şarkısı çok seksi, cezbedici, güzel... kendisi hukuk bitirmiş bir sanatçıymış! aynı zaman'da ingiltere'de psikoloji lisansı 2 sene, falan...
ama çok "apaçi" yazılar yazıyor. "sosyal mesaj verme" kaygısı var sürekli: genelde aşk, meşk konularında.
sevmedim onu da...
bir de ezgi mola var tabii ki! kendisine zaten "canım ailem"deki oyunculuğuyla aşık olmuştum!..
şimdi çok bi' "farklı" seviyorum. tam "makara" bir insan, rahat davranıyor, gece yaşıyor, esprisine, videolarına falan gülen var mı, yok mu, aldırmıyor...
çok çok sevdim!
büyük ismi açıklayayım mı? melih gökçek!..
yorum yapmayacağım. mazallah, ileride "aleyhime delil" olarak kullanılmasın.
neyse...
geçelim twitter'ı.
kemal kılıçdaroğlu yürüyen merdivenlerde "çıkartan merdiven"den aşağı inmeyi denemiş, başarmış.
yine... yorum yapmayacağım.
zaten sıkıldım.
hiç yazasım da yoktu... gidiyorum ben.
13 Ocak 2011 Perşembe
10 Ocak 2011 Pazartesi
45 cm
mersin'de bir lisede, kız ve erkek öğrenciler arasında 45 cm'den fazla olması şart koşulmuş. yok, 46 cm olması yasak değil canım, ama 44 olmuyor mesela.
siyasette, dinde, ideolojide tek bir şeyden kaçınmanız gerek: fanatizm.
bu ne yahu?
ne 45 santimi?
ne "bırakın canım, gençler sevişsin" diyorum, ne de hareketi destekliyorum.
isteyen sevişir, isteyen karşı tarafa yaklaşmaz. siz buna karışamazsınız.
zaten hürriyet gazetesini de anlayamadım, böyle bir başlık atmış, iyi güzel de.
eyalet mi canım mersin?
burada mesele "cuma namazı kılınmayı" yada "sevişmeyi" desteklemek olmamalı zaten. burada, isteyenin cuma namazına, isteyenin arkadaşıyla muhabbet etmesine, isteyenin yiyişmesine karışılmaması olmalı.
yani, yine ve yine "özgürlük" sorununa geliyoruz. ilk yazılarımda da aynı problem vardı, ne garip.
meğer ben türkiye için ne kadar küçükmüşüm!
9 Ocak 2011 Pazar
welcome to the finals
çok merak ettiğim "final" serüveni başladı. lise 1-2'de falan, hatta ortaokulda matematik ve fen dersime gelen bi "sinan abi" vardı, abiliği bi yana, dostluğunu bile seviyordum onun. hala da seviyorum. neyse, ilk onun ağzından duymuştum heralde bu "final" lafını..
-alo! bugün dersten sonra counter yapıyo muyuz abi?
-yok be canım, finallerim var bu hafta mümkün değil.
-daha 1 hafta var be abii
-ahaha, üniversiteye gelince anlarsın!
öyle de oldu! üniversiteye gelince anladım: ortaokula giden bir ergenle counter oynanmaz, sarmaz.
ilk "final" yarın, açılış medeni hukuk ile.
sonra devam ediyor: pazartesi, çarşamba ve cuma günleri...
iki hafta devam edecek bakalım.
gerçi, "final" demeden bütünlemeyi anlayanlardanım ben de efendim. artık, nasıl yorumlarsanız.
aaa, gitmeden.
yahu bu "twitburc"u bilen var mı?
burca bakmam pek ama, kadın ününü yapmış yani. ufak bi "twitle"sek mi?
"abi saat daha erken yaa, sinemaya gidelim mi?"
1)experiment: harika bir film... en yoğun anlamda psikoloji işliyor diyebilirim, ama bence ana tema, fransa-cezayir ve cezayir-cezayir halkı flörtlerinin de tüm dünyaya öğrettiği şey: en büyük zalimler, mazlumlardan çıkar...
2)çapkın: eh işte... başrolü daha iyi seçebilirlerdi, 3. sınıf bir amerikan filmi olmaktan öteye gidemiyor çünkü. zengin ve çekici kızların seks ihtiyaçlarını karşılayan, karşılığında onların evini, arabasını, kredi kartlarını kullanan bir adamın öyküsünü anlatıyor film. sonrasını tahmin ediyorsunuzdur, adamın karşısınına onun aynı karakterli bir "dişi"si çıkıyor falan filan.
önermiyorum.
3)eyvah eyvah 2: tabii ki klasik: ilki kadar olmamış... ama yine eğlenceli, yine şamatalı bi film olmuş. mutlu son, arada maceralar, ata demirer'in oyunculuğunu görmek istiyorsanız, buyrun gidin. "lan iyi ki de gittim" demiyorum, ama pişman değilim, eğlendim.
4)çakallarla dans: kesinlikle eğlendim! kesinlikle güldüm! kısaca güzel vakit geçirdim.. ama "sinema" açısından berbat bir film. seneryo zayıf, tesadüf dolu, olayların nasıl gelişeceğini tabii ki tahmin ediyorsunuz.. ama dediğim gibi, eğlendim. hastasıyız dedeeee (siz okuyun, filmi izleyenler anladılar)
26 Aralık 2010 Pazar
alo, neden?
hep bi' neden arıyorsunuz. emre aydın dinlerken, nietzsche okurken, yağmur yağarken, seks yaparken, sigara içerken, yürürken.
gerçekten gerek yok.
"aşk acısı çekiyorum" diye yırtınmak zorunda değilsiniz, çünkü aşık değilsiniz!
gayet yatağa uzanıp tavana bakarken de müzik dinleyebilirsiniz, düşünmeden yürüyebilirsiniz, sırf yemek üstüne iyi gidiyor diye sigara içebilirsiniz.
bunu bir bedene bağlamaya ihtiyacınız yokken, niye öyle davranıyorsunuz?
anlamıyorum.
14 Aralık 2010 Salı
sorun nerede?

kime benzetiyorum biliyor musunuz? galatasaray'a.
bu derece köklü, derin bir yapılanmada olağanüstü bir sorun var. halkla ilişkiler düşüşte, parti içi miras gibi görev dağılımını yapmaya kalkışıyor, ve parti genel başkan'ın yalnızca bir "tablo"dan ibaret olduğu son iki "facia"yla tescillendi...
koskoca halk partisi'nin genel başkanı mı muhtarlık işleriyle falan uğraşacak, allah aşkına.
yok mu bu adamın sekreteri, sağ kolu, bilmem bi' şeyi...
hadi, bu olayın üzerinden vakit geçti... bir insan "check" ettirmeden konuşma yapar mı?
yazılı metin hazır mı geliyor?
kaç kişiden geçmesi gerekiyor o kağıdın, kimse mi dikkat etmiyor?
"yolsuzluk yapılıyor, haci ali -bilmem ne- yolsuzluk yaptı ve buna göz yumuyorsunuz" diyor mecliste..
adam, 2006 yılında ak parti tarafından açılan dava ile yargılanmış, 6 yıl hapis cezası yemiş, şu anda da cezaevinde!
"yooook" diyor, "17 kişi yapmış bunu, hani nerde?"
hacı ali'yle birlikte, zaten 50 kişinin ismi savcılığa verilmiş, bırakın 17'yi!...
şimdi anladınız mı sorunu?
galatasaray'da da aynısı var...
köklü ve büyük bir klüp, taraftarı var, ama ortada ters giden birşeyler var.
ne olduğunu kimse söylemiyor, araştırmıyor, sanki idari yönetim, teknik yönetimi "bile bile" uçuruma sürüklüyor.
galatasaray'a üzülüyorum, rakibimiz de olsa büyüklerin şanından dostluğumuz da vardır.
chp'ye?
değil de, kılıçdaroğlu'na üzülüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)