Hayatım boyunca Arap müziği dinlemişliğim, pek azdır. "Kadın sesi haramdır" bağnazlığından olsa gerek, pek az kadın şarkıcı çıkmıştır araplardan. Mardin'li bi' arkadaşım, sağolsun, köken olarak Arap'tır, bir şarkılarını dinletti bana...
Ben böyle tatlı şarkı görmedim. Çocuk koroları, arka fon melodileri, iç okşuyor efendiler. Dinleyin şu güzelliği... (:
Shater /Nancy Ajram.
31 Mayıs 2009 Pazar
29 Mayıs 2009 Cuma
Hay aklınıza veriyim..
Kurtlar vadisi manyakları, size sesleniyorum abiler: aklınıza veriyim aklınıza! Uzun bi sebep mi yazıyım? Yazmıyorum. Hoşlanmıyorum dizidiki yalanlardan, cuma sabahları sanki devlet işlerinin tümünü çözmüş ilah gibi "gördün mü aq memati naptı?!" demenizden, çükkafa polatı büyütmenizden, hoşlanmıyorum sadece.
Var mı itirazı olan?..
Var mı itirazı olan?..
28 Mayıs 2009 Perşembe
Hangi Sol?
Bu sabah posta kutusunda bi zarf gördüm, büyükçe, besbelli bir derginin hapsedildiği bir zarf. Büyük ihtimalle, dedim kendi kendime, geçenlerde içeriğini merak ettiğim "TürkiyeSolu" dergisi geldi, içini açtım, kabını gördüm, ve lanet olsun, okula geç kalacağım diye okuyamadım.
Her neyse, şimdi eve geleli 1-1,5 saat oluyor ki, dergiyi açıp şöyle bir göz atmış bulunmaktayım.
Memnum kaldım mı? Tabiki hayır. Ben dergiyi, yalnızca entelektüel anlamda bir katkı sağlar, diye alıyorum, karşıma yine CHP zihniyeti çıkıyor...
Bakın, sol bir dergiden bahsediyoruz, evet, sol! Başlıklardan bir kaçını okumamı ister misiniz efendim? Buyrun:
19 Mayıs: Türklerin bayramı!...
Türkiye Türk doğmuştur, Türk kalacaktır!...
Sonunda müjde: Atatürkçü parti geliyor!...
Sanki anasını satıyım... valla, ne diyeceğimi bilemiyorum. Hemen gerekli yeri arayıp iptal ettirdim üyeliğimi, ben böyle solculuk görmedim, zeus öpsün görmedim. Anlamadığım, bu Türk manyaklığının sol şeride(!) de sıçraması.
Milleti din-ırk fanatizminden uzak tutmak, bu ülkede solculuk sayılmadı mı?
80 cuntasında sokakta "Türküm" diyen faşiştleri kesen, öldüren, komünistler değil miydi?
Ulan, isminizden utanın isminizden! Solcuymuş, sikimin solcuları.
CHP de solcu değil, CHP zihniyeti de solcu değil, nasyonel sosyalisttir. (faşist Hitler'in partisinin adı neydi yahu?)
TürkiyeSolu dergisi, hiç solcu değil, bildiğin turancı şovanist.
Bu yüzden almayın bu dergiyi, okumayın.
Her neyse, şimdi eve geleli 1-1,5 saat oluyor ki, dergiyi açıp şöyle bir göz atmış bulunmaktayım.
Memnum kaldım mı? Tabiki hayır. Ben dergiyi, yalnızca entelektüel anlamda bir katkı sağlar, diye alıyorum, karşıma yine CHP zihniyeti çıkıyor...
Bakın, sol bir dergiden bahsediyoruz, evet, sol! Başlıklardan bir kaçını okumamı ister misiniz efendim? Buyrun:
19 Mayıs: Türklerin bayramı!...
Türkiye Türk doğmuştur, Türk kalacaktır!...
Sonunda müjde: Atatürkçü parti geliyor!...
Sanki anasını satıyım... valla, ne diyeceğimi bilemiyorum. Hemen gerekli yeri arayıp iptal ettirdim üyeliğimi, ben böyle solculuk görmedim, zeus öpsün görmedim. Anlamadığım, bu Türk manyaklığının sol şeride(!) de sıçraması.
Milleti din-ırk fanatizminden uzak tutmak, bu ülkede solculuk sayılmadı mı?
80 cuntasında sokakta "Türküm" diyen faşiştleri kesen, öldüren, komünistler değil miydi?
Ulan, isminizden utanın isminizden! Solcuymuş, sikimin solcuları.
CHP de solcu değil, CHP zihniyeti de solcu değil, nasyonel sosyalisttir. (faşist Hitler'in partisinin adı neydi yahu?)
TürkiyeSolu dergisi, hiç solcu değil, bildiğin turancı şovanist.
Bu yüzden almayın bu dergiyi, okumayın.
26 Mayıs 2009 Salı
Anlıyor Olamazsınız...

Sabah uyuşukluğunun derine işlediği bir gün…
Yerde yarım kalmış bir şarap şişesi…
Yastığının baş ucunda, dünden kalma bir kitap, sayfaları solgun; nefretinden yırtık…
Seviştiğin sevgili yok artık; trene yetişmek için çekilmiş evden…
Saçının yağlanmış hali,
Pis; ama olgunluk hissettiren bir koku…
Cebinde artık tek kuruş para yok!
Yalnızsın; arayanın çok…
Banyoya giriyorsun; kulağından müzik, elinde bir kitapla…
Boynerden alınmış bir bornoz…
Üstünü kapatmış; ama çıplaksın…
Kendini uyurken izliyorsun; sessizsin, ama horluyorsun…
Derken telefon çalıyor.
“nerdesin?!”…
Bahamalardayım; mezarımda uyukluyorum ey sevgili…
Benim için yarım kalmış şarabımı iç; dudağımda tadın hala duruyor…
N’olur tanrı’m, son sigaramı yakmam için izin ver…
Çünkü yalnızca 35 yıl ömrüm kalmış!..
Şimdi dışarı çıktın; sokağın akıl almaz melodisi…
Sözler aynı; notalar değişiyor…
Tekrar evdesin…
Sevgili bu sefer yatağında uzanmış; seni bekliyor…
Açılmamış bir şarap şişesi…
Üstün temiz, saçın canlı…
Sigaranı yudumluyorsun, sessizce; ama nefret dolu…
Bir yandan kitabını okuyorsun…
Sol elinde şarabın; omzunda sevgili…
Ve banyo…
Akıl almaz sevişmelerle besliyorsun suyu; yine kulağında müzik, elinde kitabınla…
Derken telefon…
“nerdesin?!”…
Bahamalardayım; mezarımda uyukluyorum ey sevgili…
Ne olur, ne olur uyandırma beni…
Öğrendim ki; yalnızca 35 yıl ömrüm kalmış!..
Maria...
Sağımda deniz, solumda sen…
Ellerin, ah Maria, küçük ellerin…
Yüzün, gülüşün, renksiz dudakların…
Converse giymiş ve belki tatlılığından içimi okşayan bacakların…
Bir servis ucunda denize bakarken canlanıyorsun sen,
Gerçekçi bir seks değil, hayalimde yatan bir yatak değil…
Ellerin, ah Maria, küçük ellerin…
Öyle bir pişmanlık ki seni itmek,
Güldüren, boşa atan, nefret ettiren…
İtiraf edemesem de, Maria…
Devam edeceğim seni arzulamaya,
Gerçekçi bir seks ile değil, hayalimde yatan bir yatak ile değil…
Sağımda deniz, solumda sen, renksiz dudakların ve içimi okşayan bacaklarınla…
Güldüren, boşa atan, nefret ettiren bir sen ile…
Ellerin, ah Maria, küçük ellerin…
Yüzün, gülüşün, renksiz dudakların…
Converse giymiş ve belki tatlılığından içimi okşayan bacakların…
Bir servis ucunda denize bakarken canlanıyorsun sen,
Gerçekçi bir seks değil, hayalimde yatan bir yatak değil…
Ellerin, ah Maria, küçük ellerin…
Öyle bir pişmanlık ki seni itmek,
Güldüren, boşa atan, nefret ettiren…
İtiraf edemesem de, Maria…
Devam edeceğim seni arzulamaya,
Gerçekçi bir seks ile değil, hayalimde yatan bir yatak ile değil…
Sağımda deniz, solumda sen, renksiz dudakların ve içimi okşayan bacaklarınla…
Güldüren, boşa atan, nefret ettiren bir sen ile…
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Şeriat mı, Avrupa Laikliği mi?..
Geçen hafta, bir grup öğretmenimle masaya oturduk, Bağdat Caddesi'nin pek az sevdiğim mekanlarından olan Sultanahmet Köftecisi'nde.
Mevzu döndü dolaştı, dini hükümlere ve devlet yönetimine geldi. 1-2 öğretmenim, (hocam ulan, hocam!) pek ala bildiğim üzre, din ile yönetimi savunuyor. Ve onlara şu soruyu sordum: "İnançlı bir insanım, ama Kur'an ile devlet yönetimi benimsemiyorum. Hristiyan skolastizmini yıkan laikliği savunuyorum. Beni ikna edebilecek misiniz?"...
Öncelikle şu önyargıyı kafanızdan atın: Ne karşınızdaki "laikim" dediği zaman, karşında bir "allahsız" var sanın, ne de din ile yönetim, moda ismiyle "şeriatçıyım" dediği zaman, 4-5 karısı olan, bıyıklı, sakalı göğsünde, göbekli bir adam bekleyin.
Neyse, konumuza dönelim.
Ben, ne Türkiye'de uygulanan siktiriboktan laikliği seviyorum, ne de şeriat ile devlet yönetimini. Müslüman olmayan sürüsüne tanıdığım var, ben de olmayabilirim hem, kimsenin derdi olmamalı bu. Ve bu kesimi göz önüne alırsanız, bunlara inancı bahane ederek bazı yasaları, kuralları, cezaları uygulatamazsınız. Din, evrensel görüşlerde salt bir alt kümedir, inançtır. Evrensel değerler, yani İnsan Hakları gibi hukuksal yazılımlar, tüm bu alt kümelerin kabul etmek zorunda olduğu kanunlardır.
Yine fazla uzatamayacağım yazıyı daha sonra devam ederim. Ama Türkiye laikizm(!), şeriattan farksız, Kemalist inancın beslediği bir faşistliktir. Her ikisi inanç, her ikisi zorla yaptırım, her ikisi faşizanlıktır.
Var mı itirazı olan?..
Mevzu döndü dolaştı, dini hükümlere ve devlet yönetimine geldi. 1-2 öğretmenim, (hocam ulan, hocam!) pek ala bildiğim üzre, din ile yönetimi savunuyor. Ve onlara şu soruyu sordum: "İnançlı bir insanım, ama Kur'an ile devlet yönetimi benimsemiyorum. Hristiyan skolastizmini yıkan laikliği savunuyorum. Beni ikna edebilecek misiniz?"...
Öncelikle şu önyargıyı kafanızdan atın: Ne karşınızdaki "laikim" dediği zaman, karşında bir "allahsız" var sanın, ne de din ile yönetim, moda ismiyle "şeriatçıyım" dediği zaman, 4-5 karısı olan, bıyıklı, sakalı göğsünde, göbekli bir adam bekleyin.
Neyse, konumuza dönelim.
Ben, ne Türkiye'de uygulanan siktiriboktan laikliği seviyorum, ne de şeriat ile devlet yönetimini. Müslüman olmayan sürüsüne tanıdığım var, ben de olmayabilirim hem, kimsenin derdi olmamalı bu. Ve bu kesimi göz önüne alırsanız, bunlara inancı bahane ederek bazı yasaları, kuralları, cezaları uygulatamazsınız. Din, evrensel görüşlerde salt bir alt kümedir, inançtır. Evrensel değerler, yani İnsan Hakları gibi hukuksal yazılımlar, tüm bu alt kümelerin kabul etmek zorunda olduğu kanunlardır.
Yine fazla uzatamayacağım yazıyı daha sonra devam ederim. Ama Türkiye laikizm(!), şeriattan farksız, Kemalist inancın beslediği bir faşistliktir. Her ikisi inanç, her ikisi zorla yaptırım, her ikisi faşizanlıktır.
Var mı itirazı olan?..
Kuzeniyle mi?!..
İstanbul taksicilerini seviyorum, sempati duyuyorum. Pek çoğu iyi niyetli, muhabbet kurmak için uğraşan, "üstü kalsın usta" dediğinde minnettar olmuş bir bakış atan insanlar. Hayvanları ve safları da var içlerinde, normalleri de. (normaller çoğunlukta, tamam, gelmeyin üstüme.) Neyse efendim, takside geçirdiğim milyon tane garipsenecek, gülünecek, sinir bozacak olayları anlatmak isterim tabii, ama dün bir taksici vardı ki, görmeyin. Neyse, olayı anlatalım:
Dün gece bir taksiye bindik 3 arkadaş, adam Giresun'lu, İstanbul hayvanilitesinin önde gideni: Lafa sazanlama atlayan, küfür kıyameti seven, camı açıp tükürmekten çekinmeyen, az buçuk saf, tam muhabbet kurulacak bir adam...
Hanzoluğun kokusunu alınca, ortaya her zaman attığım bir laf attım, abi dedim, bizim bir Giresun'lu var, çocuk şerefsizin önde gideni afedersin, kuzeniyle bile yatmış!..
"Nası yani?!" dedi herif...
"Öyle ya" dedim, "hayvanlığın bu kadarı"...
Bizimkiler de kokuyu aldı, onlar da başladı.
Numara bulup aramalar, küfürler, bağrışmalar, isimler havada uçuştu vesselam. "Olamaz" diyor herif, "o çocuk Giresun'lu o-la-maz!"...
Vallahi, on dakikaya ancak bu kadar gülmek, gülmekten göz yaşartmak sığabilir. Hayvansın ama, sevdim seni abi, kendi içinde iyi birisin.
Dün gece bir taksiye bindik 3 arkadaş, adam Giresun'lu, İstanbul hayvanilitesinin önde gideni: Lafa sazanlama atlayan, küfür kıyameti seven, camı açıp tükürmekten çekinmeyen, az buçuk saf, tam muhabbet kurulacak bir adam...
Hanzoluğun kokusunu alınca, ortaya her zaman attığım bir laf attım, abi dedim, bizim bir Giresun'lu var, çocuk şerefsizin önde gideni afedersin, kuzeniyle bile yatmış!..
"Nası yani?!" dedi herif...
"Öyle ya" dedim, "hayvanlığın bu kadarı"...
Bizimkiler de kokuyu aldı, onlar da başladı.
Numara bulup aramalar, küfürler, bağrışmalar, isimler havada uçuştu vesselam. "Olamaz" diyor herif, "o çocuk Giresun'lu o-la-maz!"...
Vallahi, on dakikaya ancak bu kadar gülmek, gülmekten göz yaşartmak sığabilir. Hayvansın ama, sevdim seni abi, kendi içinde iyi birisin.
22 Mayıs 2009 Cuma
Bu adamı seviyorum abi..

Yok, aşığım ben bu herife. Abim, manevi öğretmenim, entelektüelim benim. Sabah yazarımız Sn. Engin Ardıç'tan bahsediyorum, çok seveni yok, evet, ama sonuna kadar arkasındayım kendilerinin. Benim yaklaşık 1 yıldır kafamı kurcalayan, saçma sapan ilköğretim Andımız hakkında içimi okuyor bugünkü yazısında.
Yok, varlığım Türk varlığına armağan olsunlar, yok, ne mutlu Türk'üm diyeneler, yok, doğruyum çalışkanım ayrıyetten Türk'üm rezzaklıkları...
Bir de bunu, Kürt çocuklarına zorunlu kılıyorlar. Daha 1. sınıfta, her sabah, çocuğa kendi milliyetini sildirip, (ve keşke bütün milliyetleri silebilseydik bünyemizden) başka bir milleyete varlığını armağan etmesi için and içtiriyor, rezillik bu, rezillik!
Yazıda Nimet Çubukçu'nun bu andı kaldırmasına, haşa, andı değil, and içme zorunluluğunun kaldırılmasına yönelik çalışmalarına da değinilmiş, "destek olurum" denilmiş. Biz de destek oluruz abicim, biz de..
Gece gece zaten lensim göz damarlıma kaçıp çıkar beni diye anırıyor, daha fazla yazamayacağım vallahi, siz en iyisi cüzide abimin yazsını okuyun.
Tıkla bebeyim...
21 Mayıs 2009 Perşembe
Vana Fak Dis Taym...
Sakız çiğnemekten bıktım, vallahi bıktım. İştah miştah kapatmıyor, bir halta yaradığı yok. Sadece göz çevremi, kaş üstümü ve hafif alında dalgalanmalarla baş ağrısı yapıyor! Zaten canım olağanüstü şekilde, kedi bokundan olsa bile, bol tereyağlı, kenarında yumuşak patates ve erimiş kaşar olan, domates-yoğurt koalisyonun da beslediği bir iskender çekiyor. Cümle çok mu sallaparti oldu? Neyse, siktiredin. Zaten ağzımı yeterince bozdum açlıktan, Djarum Cherry istiyorum, çok hem de, sonunda patlayıp dudağımı 2 günlük bir acıya sürüklese bile. Ama yok, o da yok anasını satıyım!
Beklemeyi sevmiyorum, evet, sevmiyorum.
Beklemeyi sevmiyorum, evet, sevmiyorum.
20 Mayıs 2009 Çarşamba
Aşk-ı Memnu

Takibini her daim sürdürdüğüm iki dizi var: Aşk-ı Memnu ve Canım Ailem.
Canım Ailem adı itibariyle, biliyorum, saçma sapan duygusallıklar, aile bağları, sevgi, mutluluk, böcek ve ağaçlar konusu gibi geliyor, ama hiç de öyle değil. Tamamen tesadüfi başlayan iki aile ilişkisi ve gelişen reel olaylar, eğlenceli diyaloglar, iç okşayan oyunculuklar var dizide, içten, samimi bir dizi..
Gelelim Aşk-ı Memnu'muza. Hani, Lost'un en iyi dizi seçilmesinden sonra, minibüsçüsüne, sucusuna, bakkalına çakkalına kadar herkesin "Lost takipçisi" gözükmesi komedyası var ya, heh, Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ'un da sırtladığı bu dizi başladığından beri, herkes pek bir roman okur, bu romanı elinin avcu gibi bilir oldu. Yalandır efendim, okuyan tayfa ya lisede özetini bitirmiştir, ya da göt olmama korkusuna ordan burdan duyduklarını size iletiyordur.
Roman, herkesin anlıyacağı kadar basit bir dille ele alınmış değil hem, üzgünüm. Orjinal eserine şahsen yanımda lügatla okuyabildim, tam 2 haftada.
Neyse, dizimize dönelim.
Dizi aslına bakarsanız çok da "vay be" dedirtmiyor, yalnızca roman seneryosunun her roman-dizi projesinde olduğu gibi içine sıçıldığı için, merak uyandırıyor.
Ayrıca Beren Saat-Kıvanç Tatlıtuğ ikilisinin sevişme sahneleri olsun, üst sınıf Avrupa burjuvasının hayatına ışık tutulması olsun, (ki bu burjivazi değil bildiğin kraliyet zenginliği) seyirciyi gerçekten ekrana bağlı tutuyor.
Seneryo realist mi? Elbette. Tesadüf çok az, yaşanabilirlik fazla; ve yazıldığı dönem itibariyle akraba arzulaşmaları da gayet tabii. Bu yüzden, "adamlarda ne mide var lan amcasının karısına vurmak istiyo anuğa koyım" demek, komik olur, o kadar.
Bu haftanın fragmanını izledim şimdi, en son sahnede "Behlül öldü" muhabbeti geçecek, ama inanmayın. Behlül daima yaşıyacak, önce Beşir (evin şoförü) veremden, en son da Bihter kafasına sıktığı kurşundan, ölecek.
Ama ben tekrar ve inatla öneriyorum size Canım Ailem ve Aşk-ı Memnu'yu. Devlet işlerini nasıl çözerim diye çükkafa Polat Alemdar'ı izleyeceğinize, bu ikisini izleyin, sıkılmazsınız.
19 Mayıs 2009 Salı
19 Mayıs, Gençlik(?!) ve Spor Bayramı...
Hani ilkokullarda anlatılırdı: Atatürk atlamış teknesine tek başına...
İstiklal Harbi'nin artık başlamak zorunda olduğunu anlamış...
Gökten zembille inmiş gibi, deniz yollarını elinin avcu gibi biliyormuş gibi, Samsun'a ayak basmış...
Ama o tarihlerde, taa biz küçükken, ne bize Samsun'a ayak basmasının kimin emri üzerine olduğu anlatılırdı, ne tekneyi kimin kullandığı; zaten bizim de aklımıza gelmezdi, haşa, soramazdık da, çünkü Mustafa Kemal Gazi'yi saygı ve minnet duyulması gereken bir insan değil, eleştirilemez bir peygamber yapmışlardı gözümüzde. Nitekim bu da, Ulu Önder'in düşüncesi bile olmayan, ancak ona mal edilen saçma salak şiirlerle proveke ediliyor, M.Kemal komünist yapılıyor, turancı yapılıyor, çok önemliymiş gibi dini düşünceleri sorgulanıyor, ve her kesimin, gerek siyasette, gerek ideoloji mücadelesinde kullandığı bir "oyuncak" haline getiriliyordu...
Yazık...
Oh, tüm nefretimi kustum. Şimdi 19 Mayıs saçmalığına gelelim. İyi, güzel, Gençlik ve Spor Bayramı diye kaldırıyorlar sabah, bak, okullar da tatil bugün, diye ufak bi teselliyle...
Ama o siktiriboktan gösteriler, 2 saatlik gösteriye harcanan 2 ay, Mayıs güneşinin iflah olmaz sıcaklığı, kavurması, enselerin, kolların, yüzlerin güneş yanığından kıpkırmızı kesilmesi de neyin nesi?
Ben zorunda mıyım, kendi adıma geçen bir bayramda, onun bunun belediye başkanına, kaymakamına, müdürüne, öğretmenine gösteri yapmaya?
Kendi bayramım değil mi bu? Canım ister ki, sabah 10:00'a kadar, baş ağrısız bi uyku çekiyim, kahvaltıda soğukluğundan kokan poğaça, dil yakan iğrenç bir çay yerine, annemin özenerek tavada hoplattığı kreplerden yiyim, he, olamaz mı?
Orda burda tek tip giyinip, büyüklerimin göz mastüresini hoş tutacağım diye, nedir mübarek bu eziyet, vallahi yeter, gereksiz.
Çok istiyorsanız, bak sana, bir ütopya daha: Referandum yapılsın!.. Evet evet, 15-20 yaş arasına bir sorulsun, "19 Mayıs'da coşku dolu gösteriler yapmalı mısın, yapmamalısın" diye...
Biraz akl-i baliyse, ikinci yuvarlağa basar oyunu.
İstiklal Harbi'nin artık başlamak zorunda olduğunu anlamış...
Gökten zembille inmiş gibi, deniz yollarını elinin avcu gibi biliyormuş gibi, Samsun'a ayak basmış...
Ama o tarihlerde, taa biz küçükken, ne bize Samsun'a ayak basmasının kimin emri üzerine olduğu anlatılırdı, ne tekneyi kimin kullandığı; zaten bizim de aklımıza gelmezdi, haşa, soramazdık da, çünkü Mustafa Kemal Gazi'yi saygı ve minnet duyulması gereken bir insan değil, eleştirilemez bir peygamber yapmışlardı gözümüzde. Nitekim bu da, Ulu Önder'in düşüncesi bile olmayan, ancak ona mal edilen saçma salak şiirlerle proveke ediliyor, M.Kemal komünist yapılıyor, turancı yapılıyor, çok önemliymiş gibi dini düşünceleri sorgulanıyor, ve her kesimin, gerek siyasette, gerek ideoloji mücadelesinde kullandığı bir "oyuncak" haline getiriliyordu...
Yazık...
Oh, tüm nefretimi kustum. Şimdi 19 Mayıs saçmalığına gelelim. İyi, güzel, Gençlik ve Spor Bayramı diye kaldırıyorlar sabah, bak, okullar da tatil bugün, diye ufak bi teselliyle...
Ama o siktiriboktan gösteriler, 2 saatlik gösteriye harcanan 2 ay, Mayıs güneşinin iflah olmaz sıcaklığı, kavurması, enselerin, kolların, yüzlerin güneş yanığından kıpkırmızı kesilmesi de neyin nesi?
Ben zorunda mıyım, kendi adıma geçen bir bayramda, onun bunun belediye başkanına, kaymakamına, müdürüne, öğretmenine gösteri yapmaya?
Kendi bayramım değil mi bu? Canım ister ki, sabah 10:00'a kadar, baş ağrısız bi uyku çekiyim, kahvaltıda soğukluğundan kokan poğaça, dil yakan iğrenç bir çay yerine, annemin özenerek tavada hoplattığı kreplerden yiyim, he, olamaz mı?
Orda burda tek tip giyinip, büyüklerimin göz mastüresini hoş tutacağım diye, nedir mübarek bu eziyet, vallahi yeter, gereksiz.
Çok istiyorsanız, bak sana, bir ütopya daha: Referandum yapılsın!.. Evet evet, 15-20 yaş arasına bir sorulsun, "19 Mayıs'da coşku dolu gösteriler yapmalı mısın, yapmamalısın" diye...
Biraz akl-i baliyse, ikinci yuvarlağa basar oyunu.
18 Mayıs 2009 Pazartesi
Hadise / Düm Tek Tek...

Evet, her sene bu acayip abartılarla milli gurur haline getirdiğimiz, Avrupa'da barlarda çalan grupların katıldığı "sikko organizasyon" Eurovision'a, bu sene de "gurbetçi bir hatun" olan Hadise'yle katıldık..
Şarkılar nasıldı, organizasyon nasıldı, derece takımları ve Hadise nasıldı peki?..
Hadise ve şarkısından başlıyalım. Geçen seneki Yunanistan'ın şarkısıyla, gerek ritm, gerek klibe katılan seksapellik olarak benzerdi, hemen hemen de aynıydı. Gösteri, eli apış arası herkes için, güzeldi tabi.
Hadise'nin sesi neredeyse hiç yoktu, ben çıksam o kadar kötü olur yani. Tamam, güzel, vucüt cillop ama, yetmez ki be güzelim, yetmedi de.. Sen ülkene geliyorsun, bir televizyona çıkan sese bok atıyorsun, bir homoseksüellerin "tatlı" bulduğu Norveçliye bok atıyorsun...
"Daha da buraya gelmem" diyorsun..
Oldu mu?
Yakıştı mı sana bu çirkeflik?..
Dinlemediğim diğer şarkıları yorumlayabilesim de kaçtı bak. Ama şu organizasyonda, komşu ülkelerin birbirine puan yağdırmasını saçma buluyorlar, bir "çözüm" istiyorlar ya, o çok güldürüyor beni..
Sırf kendi ülkene değil, komşu 1.000 mil sınırı da koysunlar oy atmamaya, vallahi o zaman kazanırız, sokaklara dökülür, milli duygularımızı(?!) şey ederiz yine, boş boş...
15 Mayıs 2009 Cuma
Sınav Olmayı Seviyorum?!..

Yok, yalan değil. Sınav olmayı, doğru aslında, daha bu sene sevmeye başladım. Yapabileceğini düşündüğün bir görevi; araba koltuğunda olsun, elimde kalemle olsun, klozet üstünde, yemek sofrasında, yatakta... seviyorum yani, garip de değil bu, garipsemeyin.
Burada asıl önemli olan, "yaparım lan" diye başlanması işe, önceden, çook önceden de, bu işe inanılması. Hayal edilmesi, hazırlık yapılması, o günün özlemi ve patlama anı.
Milyon şey geldi di' mi aklınıza? Ama ben sınav için söyledim bunları, sadece sınav...
14 Mayıs 2009 Perşembe
Hoşgeldiniz, hoşgeldim..
Yahu, hayır, o değilde... Forumlara olan bağlılımı aşağı-yukarı biliyorsunuz hani, e ben de forumlardan değil, buradan duyurmak istedim sesimi, olmaz mı yani?
Güncel, tarihi, magazinel, spor; felsefe, siyaset, ve türevi konularda, beğendiğim ve kendi şiirlerimi, yazılarımı, denemelerimi, denemeleri, tık diye bu adresten yayımlarım, olur biter.
Böyle bir imkan varken, niçin kullanmıyım, siz söyleyin.
Gerçi, hoş, kaç ayda, haftada, günde bir yazı yayımlarım, bilemem. 7/24 bilgisayar başında falan da değilim, efendime söyliyim, çok da bi takip kasamam. Ama işte bi hoşluk olsun diye açtım burayı. Ve hatta, size de öneriyorum, açın gitsin, bişey kaybetmezsiniz.
De hadi, hayırlısı artık...
Güncel, tarihi, magazinel, spor; felsefe, siyaset, ve türevi konularda, beğendiğim ve kendi şiirlerimi, yazılarımı, denemelerimi, denemeleri, tık diye bu adresten yayımlarım, olur biter.
Böyle bir imkan varken, niçin kullanmıyım, siz söyleyin.
Gerçi, hoş, kaç ayda, haftada, günde bir yazı yayımlarım, bilemem. 7/24 bilgisayar başında falan da değilim, efendime söyliyim, çok da bi takip kasamam. Ama işte bi hoşluk olsun diye açtım burayı. Ve hatta, size de öneriyorum, açın gitsin, bişey kaybetmezsiniz.
De hadi, hayırlısı artık...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)